Yirmi Dört

1.3K 353 412
                                    

Bölüm şarkısı: Suzan Hacıgarip - Kül

🎈🎈24🎈🎈

Acılardan bir iğne taşıyorum göğsümün altındaki kentte, kent, kanlar altında kalmış, sakinleri kanla boğulmuş. Ölü kent diye fısıldıyor ses ve babam titreyen avuçlarında tuttuğu küreğin sapını sıkıyor, onu toprağa sertçe geçirip küreği toprakla dolduruyor.

Göz yaşlarım toprakları suluyor, topraklar göz yaşlarımı suçluyor. Babam toprağı eşmeye devam ediyor, yer yarılıyor, küçük bir kuyu oluşuyor, toprak fısıldıyor; yirmi dördüncü yaş günün kutlu olsun Süreyya!

Ufukta bir hazine sandığına benzer bir tabut ağlayan yüzlerin omuzlarında taşınıyor, babam ağlıyor, ben ağlıyorum, gökyüzü gülüyor.

Gökyüzü neden gülüyor baba?

Hazine sandığı mahallemizdeki bir adam tarafından soğukkanlılıkla açılıyor, bacaklarım titriyor, kalbim sıkışıyor, göğsüm delik deşik ediliyor.

Ağaçların üzerinde bir karga sürüsü, bana bakıp gülüyor; zavallı Süreyya!

Güneş eriyor, zamanın üzerine akıyor ve onu yakarak durduruyor.

"Gel," diyor babam boncuk boncuk yaşlar yüzünü talan ederken. "Son kez vedalaş."

Üzerine yığıldığım toprağa karışmak istiyorum o an, toprak olayım, ben sarayım, ben karışayım ona istiyorum.

Tabutun başına yaklaşıyor, dizlerimin üzerine çöküyorum, babamın dizleri hemen yanımda, büyük elleri omzumda.

Kar beyazı çarşafı dudaklarımdan kaçan hıçkırıklar eşliğinde açıyorum. İçimdeki çocuk ayaklanıyor ve bağırıyor; anne!

Başımı gökyüzüne yaslıyorum, kapalı gözlerim güneşi yudumluyor ve ağlıyorum. Kusana kadar ağlıyorum ve birkaç kişinin yardımıyla bir ağacın gölgesine taşınıyorum. Sırtım ve başım ağaca çarpıyor, canım acımıyor.

Babam, anneme veda ediyor, onu son kez öpüyor ve son kez bir şeyler fısıldıyor.

Annemi gömüyorlar, ama bilmiyorlar oraya bir kız çocuğunu daha gömüyorlar!

Babam küreğin çamurlu sapını kavrıyor, bir kürek toprakta o örtüyor annemin üzerine, üşümesin istiyor. Başımı omzumun üzerine asıyorum, annemin ruhu için okunan Kur'an'ı can kulağıyla dinliyor, sessizce iç çekiyor ve Allah'a dua ediyorum annem için.

Zaman geçiyor, insanlar bir bir eksiliyor. Ben hala aynı ağacın gölgesi altında oturuyorum. Babam annemin yanı başında ellerini açmış bir şeyler fısıldıyor göğe. Bense sadece onu seyrediyorum. Etrafta bizden başka kimsenin kalmadığını fark ediyorum, biz bize kalmışız.

Annem toprağın altında sessizce uyuyor. Babam çok yorgun görünüyor. Kendimi göremiyorum. Ben neredeyim?

Gökyüzü bir parmak griye çalıyor, çakıyor ve metalik bir ışıkla aydınlanıyor. Rüzgâr uğulduyor, yapraklar hışırdıyor, babam ağlıyor, annem suskun ve ben hala aynı ağacın altında oturuyorum.

Beyaz bulutlara sürgün vuruluyor, gri bulutlar gökyüzünü kaplıyor. Bir ses göğü yakıyor ve yirmi dört yağmur damlası üzerime yağıyor.

Daha yirmi dördünde öksüz kalan Süreyya'ya ağlıyor gök.

Buz kesen avuçlarımı açıyor, içlerini ıslak toprakla dolduruyorum. Dizlerimle yerden destek alarak kalkıyor ve annemin baş ucuna geçip avuçlarımdaki toprağı üzerine ağır ağır serpiyorum.

Babamın omuzları sarsılıyor, eğriliyor, bükülüyor ve sonunda dudaklarından bir hıçkırık kaçıveriyor gökyüzüne karışıyor. Süreyya sadece seyrediyor.

Niye seni teselli edemiyorum baba?

Belkide hala avutulmayı bekleyen o çocuk olduğumu sandığım içindir bu içime kapanışlığım.

Dudaklarımdan bir ağıt yükseliyor semaya, annem susuyor, babam hıçkırıklarını dizginlemeye çalışıyor, gökyüzü yağmurlarıyla bedenimi taşlıyor, dudaklarımı ıslak toprağın üzerine kapatıyor, derin bir nefes çalıyorum.

Kokunu unutursam, seni saran bu toprağın kokusunda seni hatırlayacağım anne, diye fısıldıyorum toprağın şakağına.

Babam omuzlarımı tutuyor ve kalkmama yardım ediyor. Annemi yeni evinde yalnız bırakıyoruz, ama bir parçamız hala orada biliyorum. Mezarlıktan çıkıyoruz, yağmur gidin buradan der gibi hırçınlaşıyor. Araca biniyoruz ve evimize doğru acele etmeden yol alıyoruz.

Başımı cama yaslıyorum, babam gözlerini yola dikmiş altımızda ezilen yolun asfaltına bakıyor. Gözleri dalgın. Annemi düşünüyor biliyorum. Ama tek kelime edemiyorum. Susuyorum. Yanından geçip gittiğimiz ağaç ve sokak lambalarının direklerini sayıyorum. Altmış yedi ağaç, kırk iki sokak lambası... Ağlamaktan sızlayan gözlerimin kelepçelerini kırıyor ve göz kapaklarımı üzerine örtüyorum. Uyumak istiyorum, annemin koynunda uyanmak istiyorum.

Ama imkansız biliyorum.

Bilincimi yitiriyor, dünyadan soyutlaşıyorum.

Neredesin anne?

İçim acıyor, içim kanıyor, gökyüzü bağırıyor, babam göz altlarında biriken yaşları siliyor. Alnıma bir takvim fırlatılıyor, takvim alnıma çarparak yere düşüyor ve haykırıyor; yirmi dördüncü yaş günün kutlu olsun Süreyya!

🎈🎈🎈

Merhabalar, umarım benim yazarken hissettiğim o yoğun duyguları sizlerde hissedebilmişsinizdir. Umarım sizlere hissettirebilmişimdir, bu benim en büyük temennim. Bir sonraki bölüm 30 vote, 20 yorum sonra gelecektir. Lütfen bir yorumu çok görmeyin.

Ruhunuza bir parçamı bırakıyor ve gidiyorum. Bana sahip çıkın, olur mu?

SÜREYYA'NIN ÖLÜMÜ (KİTAP OLDU) Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin