Valide Sultanın bu keskin sözleri, Mahpeyker'e çok dokunmuştu. Kendini ağlamamak için sıkmaya başladı dudağını ısırarak. Valide Sultan ise öfke ve nefret dolu bakışlarını Mahpeyker'in üzerinde gezdirdikten sonra ayağa kalkıp yanına yaklaştı:
"Unutma Mahpeyker, geldiğin yeri, ne olduğunu unutma. Sen bir kölesin her daimde öyle kalacaksın."
"Yanılıyorsunuz validem. Ben bir köle değilim. Ben gerçek bir sultanım! Hanedana bir şehzade bir sultan verdim."
"İki çocuk doğurdun diye gerçek bir sultan olabileceğini mi sanıyorsun? Ne için savaştın? Aşk için savaştın mı? Evlatların için savaştın mı? İktidar için kendi evladından vazgeçmek zorunda kaldın mı sen? Ölüm gördün mü? Kan kokusunu ciğerinde hissettin mi? Ben buralara gelmek için kaç oğlumu torunumu toprağa verdim haberin var mı senin? Hatırla o günleri... Sarayın kubbelerinden kan aktığı günlerde ben ve evlatlarım tek başımıza kana susamış bir padişaha, bir eşe, bir babaya karşıydık. Ben bu savaşı tek başıma verdim ve çok şeyden vazgeçtim. Yeri geldi kendimden vazgeçtim. Bugün buradaysam hak ettiğim için. Hak et ve yerimi al. Savaşacak cürret, cesaret kazanacak kadar aklın varsa."
"Hiç bir şeyi unutmadım validem. Sizi izleyerek yaşadım. Zira kaderimiz aynı. Sizde bir köle olarak bu saraya geldiniz. Sizde hanedana evlatlar verdiniz. Hatta bir evladınız bugün cihan padişahı. Benim istikbalim de böyle olacak. Hiç şüpheniz olmasın sultanım. Her savaşı vermeye de razıyım."
"Çekilebilirsin!"
Mahpeyker boynu bükük huzurdan geri çekildi. Sanki tüm kainat ona karşıydı. Kimse onu istemiyor ama o bir şekilde oldurmaya çalışıyordu.
Dilruba Sultan dairesinde şehzadesini uyutmaya çalışıyordu. Dersten yeni çıkmış diğer şehzadesi Ahmet ise validesinin yüzündeki kederin sebebini sual ediyordu içten içe:
"Validem..."
"Aslanım hoşgeldin."
"Hoşbulduk validem. Kardeşim neden ağlıyor hasta mı yoksa?"
"Bilmiyorum aslanım. Bir türlü susmuyor."
"Hekime götürelim o vakit."
"Olmaz. Hekimlik bir mesele yok eminim. Sadece şehzadem biraz fazla huysuz o kadar."
Hiçbir şey söylemeden divana oturdu Ahmet. Huricihan da cariyeler ile birlikte has bahçeden yüzü solgun bir vaziyette geri döndü. Dilruba merakla cariyelere döndü:
"Huricihanın suratı niye asık? Bir şey mi oldu?"
"Mesele yok sultanım. Hanzade sultanımız ile aralarında ufak bir münakaşa yaşandı."
Dilruba dizlerinin üzerine çökerek Huricihan'ın boy hizasına gelerek saçlarını okşadı:
"Huricihan'ım benim melek yüzlü sultanım. Yüzün niye soldu senin?"
"Hanzade ile oyun oynayalım diye has bahçeye indim. Ama o benimle oynamak istemedi. Abisi ile oynadı. Ben onların kardeşi değilmişim."
"O ne biçim laf öyle bir daha işitmeyeceğim. Valideleriniz farklı olabilir lakin siz kardeşsiniz. "
Şehzade Davut beşiğinde de huzursuzlanmaya başlayınca cariyeler hemen kucağına alıp şehzadeyi susturmaya çalıştılar. Lâkin ne etseler fayda etmedi. Tam o sırada Aybüke Sultan daireye geldi. Dilruba hemen cariyenin elinden şehzadesini alarak eğildi:
"Sultanım..."
"Dilruba... Harem şehzademizin ağlama sesiyle inim inim inliyor? Validesi olarak şehzademize böyle mi bakıyorsun?"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Tahtın Sultanı ~2
Historical FictionBen kimsenin erişemeyeceği kadar eşsiz bir kudretin sahibiyim. Kayra Sultan oğlunun tahtta olduğunu zannetsin. O tahtta ben oturuyorum. Ben hangi yola yaprak atar isem o yolda filizlenir o yaprak. Büyür ağaç olur hatta meyve dahi verir. Ben Anadolun...