Mahpeyker Sultan zindanın karanlıklarında bir ışık parçası arıyordu. Bir umut o ışık onu aydınlatır belki de kalbinin hükümdarı onu affeder. Gözyaşları ile inim inim inliyordu. Evlatlarından, sevdiği adamdan ayrı tek bir saniye dahi geçirmek onu derinden yaralıyordu. Ağlamaktan bi çare düşmüş olan Mahpeyker, bu sarayda geçirdiği vakitleri aklından geçirdi. İlk geldiği günden bugüne kadar ne çok şey yaşamıştı. Koskoca on sene dile kolay...
Geçen onca yılı tek bir hata silebiliyormuş demek ki. Sabahın olmasından korkuyordu. Zira sabah ona bu kez hayır getirmeyecekti. Sultan Bayezid onu asla affetmezdi. Mevzu bahis oğluydu zira.
Aybüke Sultan zindanın önünde belirince, Mahpeyker Sultan kinle baktı. Hayatını mahveden kadının kızının suratına tükürmek geliyordu içinden. Yarın ölmeyecek miydi zaten? Hınçla bağırdı ona:
"Ne işiniz var sizin burada eserinizi görmeye mi geldiniz!"
"Son kez o iğrenç sûretini görmek istedim Mahpeyker. Malum hünkârımız katline çoktan emir vermiş."
"Beni silmeyi başardınız. Hadi sultanım gidin idamımı haremde hamamda cümbüşler eşliğinde kutlayın. Evlatlarıma her baktığınız da benim sûretim aklınıza gelsin. Allahın laneti sizin de o yılan validenizin de üzerine olsun! Gün yüzüne hasret kalın inşallah!"
Aybüke, Mahpeykerin yüzünü sertce demir parmaklıklara vurdu ve fısıldadı:
"Sen kendin ettin kendin buldun hatun. Burada bir kabahatli varsa o da sensin. Hırsın gözünü kör etmiş, şehzademize zehir verdiğin yetmezmiş gibi birde lanet mi okursun? Asıl lanet senin gibi eli kanlı bir kadının üzerine olsun! Ne evlatlarından ne de bir ihtimal istikbalden sana hayır gelmesin. Haa unutma, insan yaşattırdığını yaşamadan ölmezmiş."
"Ben yarın ölmeyeceğim sultanım. Ondan sonraki günde yaşayacağım, ondan sonraki senede. O vakit bu zindanı size cennet edeceğim. Zira beterin beterine mahkum kalacaksınız!"
"Bu kifayesiz sözlerinin acısını rabbim umarım yetim kalacak evlatlarından çıkarmaz."
"Ne demiştiniz siz sultanım? Eli kanlı bir kadının lanetini rabbim işitmez...
Validenizin elindeki kan merhum padişahımız Sultan Mehmet Han da dahi yoktu.""Cellatlara söyleyelim de senin şu çok konuşan dilini kessinler evvela. Akabinde boynun vurulsun..."
Mahpeyker Sultan acı bir şekilde gülmeye başladı. Aybüke Sultan ise Mahpeyker gibi köylü bir cariye sultandan kurtulacağı için seviniyordu.
Sabah namazına kadar uyuyamadı Sultan Bayezid. Kalbinde derin bir acı doğmuştu bu gece. Sevdiği kadını öldürecekti yarın. Bir daha sesini, kokusunu duyamayacaktı. Gözlerinden tek damla yaş akmadan acı çekiyordu Bayezid Han. Derin bir keder içerisindeydi. Bir tarafta evladı, bir tarafta ruh eşi...
Bu gece sarayda hiç bir kul uyumuyordu. Âdeta azrailin ayak seslerini duymayı bekliyordu herkes. Mahpeyker'in ölümüne hüküm verilmişti zira. Dilruba Sultan bu sessiz bekleyişini Has odaya giderek bozdu:
"Hünkarım..."
"Mühim değilse çıkabilirsin Dilruba. Yanlız kalmaya ihtiyacım var."
"Hünkarım, şehzademiz o kadın yüzünden felçli kalacak. İstikbali söndü. Aslanım yürümekten dahi aciz bir halde. Büyüyle zehirle hayatımızı mahvetti o kadın ve siz bana yanlız kalmaya ihtiyacınız olduğunu mu söylüyorsunuz?"
"Dilruba, o benimde evladım. En az seninki kadar canım yanıyor. Hatta daha fazlası. Yarın payitahttaki bütün hekimleri getirip aslanımı allahın izniyle sıhhate kavusturacağız. Akabinde Mahpeyker Sultan idam edilecek."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Tahtın Sultanı ~2
Ficção HistóricaBen kimsenin erişemeyeceği kadar eşsiz bir kudretin sahibiyim. Kayra Sultan oğlunun tahtta olduğunu zannetsin. O tahtta ben oturuyorum. Ben hangi yola yaprak atar isem o yolda filizlenir o yaprak. Büyür ağaç olur hatta meyve dahi verir. Ben Anadolun...