Peter çoktan masadan kalkmasına rağmen, normalin aksine Barton hala sofrada, yavaş yavaş yemeğini yiyordu. Biraz solgun ve akşam olmasına rağmen uyku sersemi gibi görünüyordu. En sonunda masada baş başa kalan Judas ve Karl günün kısa özetini kendi aralarında değerlendiriyorlardı. Karl yemeğini bitirip geri yaslandıktan sonra “Bugün yine iyi iş çıkardın delikanlı. Seninle iyi işler yapacağız gibi.” dedi. Judas “Teşekkürler efendim, elimden geleni yapacağım, ancak şu an Jeanne için biraz endişeliyim, izninizle gidip bir kontrol etmek istiyorum.” dedikten sonra salondan ayrıldı. Judas odaya ulaştığında kapının aralık olduğunu farketti. İçeri girdiğinde ise odada Jeanne’i göremedi. Banyodan gelen su sesini duyduğunda onun hala banyodan çıkmadığını düşündü, ancak banyonun kapısı da sonuna kadar açıktı. İyice endişelenen Judas banyoya doğru hızlı adımlarla yürüdü. Küvet çoktan dolmuş, suyu dışarıya taşıyordu. Yerde duran Jeanne’in elbiseleri taşan suyla sırılsıklam olmuştu. Bütün bunlara rağmen gözleri Jeanne’i bulamıyordu. Jeanne’i bulamayan Judas içinde patlamaya hazır bir hisle delicesine Jeanne’i arıyordu. Belki Marta’nın yanında olabileceğini düşünerek tekrar mutfağa indi. Mutfağa girer girmez gözleri Jeanne’i aramasına rağmen onu bulamadı. O anda ona gözlerini dikmiş bakmakta olan Marta’yı farketti: “Marta! Jeanne’i gördün mü?” Marta, gözleri Judas’a takılı kalmış ancak onu duymuyor gibiydi. Kısa bir süre öyle kaldıktan sonra kendine geldi ve “Hayır. Yemekten sonra hiç görmedim.” cevabını verebildi. Mutfaktan arka kapıdan değil de bahçeye göz atabilmek için salon kapısından çıkmayı tercih eden Judas, bir hizmetçiyle bir şeyler konuştuktan sonra konağın arka tarafına doğru hızlı adımlarla ilerlemeye başlayan Barton’ı farketti. Görür görmez Jeanne’inin ortadan kayboluşunun sorumlusunun Barton olduğunu düşünen Judas, içindeki sese kulak verdi ve hiç yolu uzatmadan camdan atlayıp, Barton’ı gizlice takip etmeye başladı. Judas sinirlendikçe kara bulutlar tepelerinde toplanmaya başlıyordu. Biraz sonra soğuk hava hakim olmasına rağmen, sıcak damlacıklar şeklinde yağmur çiselemeye başladı. Barton, konağın arkasındaki değirmene doğru ilerliyordu. Judas ise biraz daha geride kalmış onu izliyordu. Değirmenin kapısından içeri girip kapıyı kapattıktan sonra da Judas yavaşça onun peşinden gitti. Elini uzatıp kapıyı açtı ve içeri girdi.
Arkasından kapıyı kapattığında Judas, tek bir adım atamadı. Gördüğü manzara karşısında kanının her bir damlası dahil, vücudundaki her bir hücre teker teker taşlaşmaya başlamış gibiydi. Ne göz kırpabiliyor ne de bakışlarını başka bir yere kaydırabiliyordu. Gözlerini birazcık hareket ettirebildiğinde, Jeanne’in çıplak vücudunun üzerine eğilmiş olan Barton’ın Judas’a baktığını ve dudaklarının hareket ettiğini gördü. Barton ona bir şeyler söylüyordu ancak Judas içine çekildiği bu felçten hala kurtulamamış, üstüne bir de sağır olmuştu sanki. Yavaşça gözlerini kapattı. Sağır kulaklarıyla içinde kaldığı sonsuzluğu dinlerken; vücudunu beton gibi kaplamış olan felcin, sırtından tutup çekilen bir çarşaf gibi kayıp gittiğini hissetti. Felç etkisi geçtikçe yavaş yavaş öne doğru düşmeye başlayan Judas, değirmenin tepesine düşen yıldırım eşliğinde gözlerini aniden açmasıyla gözden kayboldu. Judas’ın birden ortadan kaybolmasıyla şaşkına uğrayan Barton, başını daha fazla dik tutamadığını farketti. Kafasını eğdiğinde gözüne takılan şey; göğsünün ortasından, avucunda hala atan bir kalbi kavramış bir elin çıktığıydı. Judas, takındığı ifadesiz suratıyla tek bir kelime etmeden, Barton’ın kalbini paramparça etti ve kolunu savurarak onu oyuncak bir bebek gibi bir kenara fırlattı. Önüne yuvarlanan vücudu gören Barton’ın atı paniğe kapılarak şahlandı ve var gücüyle koşup değirmenin kapısını kırarak kaçtı. Sonunda kalbinin yerinden fırlayacakmış gibi atışlarını hissetmeye başlayan Judas, yerde uzanan Jeanne’in başına çöktü. Ter içinde kalmış ve zor nefes alıyordu. “Jeanne! Jeanne! Kendine gel!” Ne kadar bağırırsa bağırsın Jeanne onu duyuyor gibi durmuyordu. Judas, olayın şokunu atlatamamış hala Jeanne’e seslenmeye çalışırken, değirmenin üst kısmında onları izleyen Peter’ın merdivenlerden aşağı indiğini farketmedi. Jeanne’in elini tuttuğunda, yüzüğün parmağında olmadığını gördü. “Jeanne! Lanet olsun Jeanne, yüzüğün nerede? Neden çıkarırsın ki onu?! Şimdi elinde olsaydı... Yüzüğün verdiği muazzam gücü biliyorsun, o zaman kimse seni bu hale düşüremezdi!” Jeanne’in iki elini kavrayıp kendi başına dayayan Judas, boşuna konuşmanın bir yararı olmayacağını anladı. Kendine gelmeye çalışıp “Seni odaya götüreceğim, yüzük orada bir yerde olmalı. Seni kaybetmeden parmağına geri takmalıyız.” dedi. Tam Jeanne’i kucaklayıp kaldırmak üzereyken “Yüzük mü? Herşey yüzükte mi bitiyor yani?” sözlerini duyar duymaz durakladı. Doğrulup başını kaldırdığında Peter’ın ellerini cebine sokmuş bir halde, sırıtan suratıyla karşılaştı. “Peter? Neler oluyor? Sen ne arıyorsun burda?” Peter, küçük bir gülümsemenin ardında derin bir nefes alıp verdi: