Giriş

67 10 5
                                    


Hikayeler hep bir şeylerin değişmesiyle başlar; örneğin birinin yeni bir şehre taşınması veya şehrinden ayrılması, yeni bir işe başlamak, yeni birileriyle tanışmak veya  bir okulu kazanmak..  Kısacası tüm hikayeler ya geliş ya da gidişlerle başlar. 

Tüm anlatılar böyledir, pek bir sebebi yok. Kimse evinde ölümü bekleyen birini yazmak istemez, kendi ruhudur çünkü o. Hiç kimse gün boyu somurtup koltuğunda kabuslarını düşleyen birini anlamaya çalışmaz çünkü kendi ruhunun karanlık tarafıdır. Kulaklar duymaz olur, dil konuşmaz, gözler de göremez. Kimileri duymak istemez kimileri anlamak, kimileri de görmezden gelmek ister sebebi de bilinmez. 

Hepsinin yanı sıra aynı çatının altındakiler 7 kat yabancı olur birbirine, medet uman beyinler umudu keser. Ne var ki bir yanımız çiçek açsa bile diğer yanımız sürekli düşünüp durur. İçimizde umudu öldüren parçalar, ruhumuzu körelten bir nokta vardır. Kör kuyular, kızıl kanlar, amansız karanlıklar, girift olmuş saplantılar. 

Bu hikayede ki karanlık taraf bendim.

Ben Güneş Öztürk

Bunları yaşıyorum, üstelik benim hikayem sandığınız gibi şimdi başlamadı.

Ruhumu öldürmeye 3 yıl önce karar vermişken, kimse fark etmedi. Ruhum 3 yıl boyunca zehirlenip çürüdü kimse umursamadı. Gözlerime bakan kişiler içimi göremedi, yanımda oturanlar düşüncelerimi okuyamadı, karşıma geçen insanlar bilemedi hiç dileklerimi, dualarımı, lanetlerimi, yakarışlarımı ,yalvarışlarımı. Hata bendeydi, boşuna yalvardım beni anlayabilsinler diye; boşuna çabaladım beni de sevsinler diye, boşuna geçmiş zaman, boşunaymış meğer bütün dilekler. Yaptıklarımdan, yapamadıklarımdan, hissettiklerimden, hissedemediklerimden, söylediğim ve söyleyemediğim her şey bir hiç uğrunaymış.                                                                         Her şey yolundaymış gibi davrandım. Anlamsız tartışmalara girmedim belki, kavga etmedim, ağlamadım, insanları boşu boşuna kırmadım ama herkes gibi kalkıp masaya oturdum,yemek yedim, okula gittim, kıyafetlerimi değiştirdim, markete gittim, televizyon izledim ve yine en önemlisi her şey yolundaymış gibi davrandım. Sürekli uyumayı tercih ettim, sürekli gözlerimi kapayıp kaybolmayı diledim.

Bu hissin adı neydi ? Korkuyor muydum ? Neyden korkuyordum? Ölümden mi, bu basitti zaten hayat daha ben çocukken ölümle kovalamaca oynamayı öğretmişti gerçi pek de eğlenceli sayılmazdı, durumum daha farklıydı. Beni sobelemesine bir karış bile kalmamışken bu da neydi böyle?

Evden çıkmadan önce ışıkları söndürüp, kapıyı kilitliyordum.

Buna gerek var mıydı ? Elbette yoktu, tekrar tekrar aynı yoldan yürüyüp, aynı insanları görüyordum, saksının altında duran anahtarı almaya o soğuk ve kasvetli yere tekrar dönmeye hiç mi hiç niyetim yoktu.

Sebebi neydi ? Nefes aldığı süreç boyunca kimseye tek söz etmeyen, yanında biri kendi boğazını kesse kılı dahi kımıldamayacak kadar ruhsuz olan bir varlıkla kim uğraşmak isterdi ki ? Her kim olduğunu bilmesem de o beni seçmişti, elbet bunun bir sebebi ve sonucu olacaktı.

Şeytanım kucak açmış beni bekliyordu, pençelerini bilemiş ölümün getirdiği zevki tatmak için can atıyordu ve benim onu bekletmeye ne zamanım ne de buna yetecek gücüm vardı.                   

'Ayaklarım cam kırıklarıyla dolu, kımıldayamıyorum'

Bu kadar çok gülmesine gerek var mıydı? Oyunu oynuyor gibi, şakrabanla dans eden bir aptalmışım gibi. Ve hayat 3 yıl boyunca bir sinemadaymış gibi izledi beni, tek yaptığı koltuğa oturup yarattığını izlemek oldu. Şimdi de tam 19 yıl boyunca yapmadığı bir şey yapıp benliğimle dalga geçiyordu.

Ben kendimi avuturken izledi, durup uzun uzun izledi avını ve şimdi bir şeyleri yoluna sokmaya çalışırken birdenbire çıkıp öylece işleri değiştirmeye çalışıyordu, bundan zevk alıyordu.

Her gün biraz daha yok etmeye çalıştığım ruhumu alıp başkasının ellerine veriyordu ve sıkı sıkı tembihliyordu, 'Bunu gözünün önünden ayırma yoksa canını çok fena yakarım'

Ayaklarım kanarken oturduğum yerden kaldırıp dans etmeye zorluyordu beni, ne olmuştu? Artık yeter, asıl gösteri bundan sonra perdenin arkasında mı olacak diyordu? 

Hayat böyleydi, bir şeyler yapar ve işler istediği gibi gitmezse hemen değiştiriverirdi ve sizin yapacağınız tek şey elindeki kukla olup gösteriyi sunmaktı. Sıkılmadan, bıkmadan, usanmadan sinsice yapıyordu planlarını. Onun size seçenekler verdiğini düşünürdünüz ya öyle ya da böyle, hepsi bir yalandı sizi kandırmayı başarmıştı. O yolların her santimini ezberlemişti ve kendi karar veriyordu taşların yerlerine. Sadece sizin hislerinizle oynamayı seviyordu, bu onun işiydi ve işini gayet iyi yapan biriydi.

GİRİFTHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin