sema - hasret

59 10 31
                                    

bugünün bitişini de parmaklıkların ardında izledikten sonra kağıt yığınımın en gizli köşesindeki buruşuk parçaya bir çizik daha ekledim, bugün onu görmeyişimin on ikinci günü.

intihar halatının boynuma sürekli dolanık olduğunu yazmıştım bir keresinde, göğüs kafesimin altından ciğerlerim yansa da sonraki nefesime yetecek kadar zorlayabiliyordum kendimi ama yaşamak denebilir miydi buna, ben demezdim.
ölmek istedim, ölmek istiyorum, ölmek isteyeceğim. onu görmeyişimin bir yan etkisi mi bu karamsar kalemim bilmiyorum ama ölmek hep aklımın bir köşesinde, her şeyin bu kadar kolay bitebileceği fikri öylesine kolay geliyor ki kulağa. bir hareket ardından da şu ana kadar umursadığın, çalıştığın, uğruna ter ve gözyaşı döktüğün her şey senin için yok oluyor. her şey yaşarken sanki bu kadar basitmiş gibi.

ama kim heejin benim için bu halatın gevşemesi.

göğüs kafesimin yanmadığını ilk kez hissetmem, aklımda antik bir ritüeli anımsatırcasına tekrarlanan ölüm arzusunun üstüne bir avuç da olsa toprak atılması. devrimim benim kim heejin, içimdeki alevlerin dinlenebileceği tek liman, ağzına kadar suyla kaplı olsa bile sönmeyi dert etmeyeceğim yuvam, gözlerinden gözlerime ruhunu akıtan kadın.

yok ama o.

halat boynumda her zamankinden daha da sıkı belki de, nefes almayı kesmek için her şeyi yaparım kendimi öldürme cesareti göstermek dışında. dağların kuytu bir boğazında vurulmuşum, paramparça ağzımda bir avuç domdom kurşunuyla gökyüzünü izliyormuşum gibi bir his. ölü değilim ama ölü olmayı bundan daha fazla isteyemezdim.

burada değil ama o.

ruhunu bana akıttıktan sonra bu yaptığın bencillik değil mi gözlerindeki yangını söndürmeyi bırak yanacağımı bile bile ciğerlerime doldurduğum kadın? halatı hissediyorum tam da soluk borumda, ayaklarım sallanırken bir sonraki soluğumu alma gücü bulabilmek için ciğerlerimi yakıyorum sonuna kadar ama yoksun sen yanımda.

bu kadar işte, acizliğimiz ve zavallılığımız. ince, kül kokan parmaklarınla boğazımda kalan intihar ipimin izlerini bir kere okşasan her şeyi düzeltebilirmiş gibi hissettirmene rağmen şimdi bunları yazarken her zamankinden daha da yalnızım; daha da yorgulmuşum bu halatla boğuşmaktan.

aşk bu kadar işte, atilla ilhan yanımda omzumu okşarken tebessüm ediyor usuldan, gözleri dolu dolu. aşk yetmedi, yetmiyor. biliyor, maria'sının evlenip mutsuzluktan kendini alkole verdiğini bildiği kadar iyi biliyor.

aşığım sana kim heejin, parmakların boynumu bir kez okşasa yüzük parmağındaki altın alyansı görmezden gelecek kadar aşığım ama sen okşamıyorsun ve ben de halatımdan kurtulamadan boğulmaya devam ediyorum.

Heejin sirkeli suyu bacağına bir pamuk yardımıyla sürerken hafifçe irkilince bakışları bir anda yukarı çıkıp aynadaki yansımasına dikiliyor.

Bakıyor kendisine, kim olduğunu anlamaya çalışırcasına bakıyor. Yüzünü aklına utanç ve öfkeyi aynı anda hissetmeden getiremediği müvekkilini görmeye hazır hissetmediği için görüşmeleri erteliyor muğlak bahanelerle, Donghae'nin özrünü kabul etmiş, ev işlerine ve Donghae'nin istediği yemeklere veriyor kendini günlerdir ama aynaya bakınca her şeyi bırakıp ağlayası geliyor.

Bilmiyor neden, niçin ama son zamanlarda olduğu gibi yatağa girerken omuzları çökük; içini çektiği anda sımsıkı kapattığı kirpikleri yaşları daha fazla tutamayacakmış gibi hissettiği için kendinden utanıyor o an. Dudakları renklerini kaybedene kadar bastırılmış birbirine ve tırnakları göğsünü tırmalıyor, derin bir nefes alıp yana dönüp yorganına sarılıyor, kulaklarında yankılanan ses onu uykuya kadar takip ediyor.

Değer bilmez Kim Heejin.

şiirler dökülüyor kirpiklerinden | heelipHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin