Gökalp burayı tanıyordu. Dört bir yanı çevrelenmiş o kutu gibi alan. Korkuyla hemen neyin üstünde durduğunu görmek için aşağı baktı. Korktuğu gibi olmamış, çökmemişti. Etrafını incelemeye koyuldu o an. Her ne kadar daha aydınlık gibi görünse de etrafını tam anlamıyla ayırt edemiyordu. Nasıl bir yerde bulunuyordu böyle? Kendi kendine sorduğu an sağ tarafında bulunan oyma desenler dikkatini çekmişti. Daha yakından bakma ihtiyacında bulundu. Elleriyle de hissetmek amacıyla uzandığında; sağ elindeki izin de yavaş yavaş parlamaya başladığını fark etti. Aynı zamanda desenler şaşırtıcı bir şekilde tanıdık geldi. Tam idrak edeceğini düşündüğü anda;
"Hayır olamaz!" diye bağırabildi Gökalp.
Bulunduğu zemin tekrar ani bir çöküşe maruz kaldı. Cevaba çok da yaklaştığını hissetmişti Gökalp. Kendisine lanet etti. Tekrar kan denizindeydi. Ne yapacağını düşünecekken etrafını daha net görebildiğini fark etti. Etrafında binlerce çürümüş ceset dışında birkaç taş tablet de fark edebildi. İç güdüsel olarak yaklaşıp bakmak istediğinde hareket edemediğini fark etti. Umutsuz bir şekilde çöküşünün bitmesini diliyordu. Yer altındaki o varlığa daha da yaklaştığını hissetti aşağı bakmayı reddediyordu Gökalp.
"Sivaslısın sen kendine gel Gökalp." diye içten içe kendini sakinleştirmek istiyordu.
Ama bu daha önce gördüğü hiçbir şeyle kıyas edemeyeceği bir şeydi. Her şey fazlasıyla garipti zaten. Son bir aşağıya bakmaya zorladı kendini. Neredeyse kusacaktı. Birikmiş o binlerce cesetten yayılan o korkunç aura Gökalp'i nefessiz bıraktı. İşte oradaydı. O kıpırdanmayı unutması mümkün değildi. Kritik anda kan denizinin dibi karanlığa gömüldü. Ne yapacağını bilmiyordu Gökalp. Farkındaydı. Bu bir rüyaydı. Aşinaydı artık ama uyanmak istiyordu acilen. O anda o yaratığın cesetlerin altından kurtulduğunu ve yavaş yavaş kendine yaklaştığını hissediyordu. Sağ elinde bir şeyler hissetti Gökalp. Parlıyordu! Evet, yanlış görmemişti. O iz muazzam bir ışıkla parlıyordu. Hemen aşağısındaki yaratığa doğru tutmak istedi o an. Uzattığında tam karşısındaydı o varlık!
"Uyansana lan artık!" bir çığlıkla uyandı Gökalp.
Kan ter içinde kalmıştı Gökalp. Hiç bu denli bir şeyden korkmamıştı. Elbette son zamanlarda hiç doğru dürüst bir rüya görmüyordu ama bu çok daha kötüydü. On dakika boyunca kendine gelmeye çalıştı Gökalp. En sonunda her zamanki rutinlerinden birini uyguladı.
"1, 2, 3, ....... 56, 57, 58 oh en azından daha iyiyim." dedi Gökalp en sonunda.
Hemen karşısına baktığında Tarık'ın kendisini izlediğini fark etti.
"Tam olarak ne kadardır beni izliyorsun sen?" kaşlarını çatarak sordu Gökalp.
"Hmm bir düşüneyim. Hemen hemen sayıkladığın zamandan beri." dedi gülerek Tarık.
"Ulan madem gördün uyandırsana beni o zaman." diye çemkirdi Gökalp.
"Ahahah kızma sakin." gülmeye devam etti Tarık. "Bilmiyorum o an uyandırmamın doğru olmayacağını düşündüm." diye bitirdi Tarık.
"Bana diyorsun ama senin ciddi problemlerin var." deyip dışarıyı incelemeye döndü Gökalp.
Tarık bir şey demeyip gülmekle yetindi. Gökalp ise dışarıyı izlemeye koyulmuştu. Muhtemelen fazla bir yolları kalmamıştı. Düşüncelere dalmıştı. En son ne zaman burada bulunduğunu, iyi ve çoğunlukla kötü hatıraları kafasına dolaşıyordu.
"Artık geçmişte kaldı!" diye düşündü kafasını sallarken.
"Dostum, ne düşünüyorsun bakalım?" diye sordu Tarık.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
God of Kangal
ФэнтезиSivaslıyım ben! Gökalp tam bir Sivas aşığı... Almanya gibi bir yerde yaşadığı absürt olaylar... Sonunun nereye varacağını anlamadığı birçok şey... Bir takım gizemler. Ve aslında bir o kadar bunlardan keyif alması. Garip bir kişilik. Olaylar ne şeki...