Hayır. Arthur bunu fark etmemişti.
Birkaç aksaklık yüzünden akşam yemeğinin ardından yola çıkmaya karar verdiler. Merlin, atını Arthur'un hemen yanında sürüyordu. Yüzünde düşmeyen bir gülümseme vardı. Koskoca altı gün boyunca küçük revirden dışarıya adım bile atamamıştı, rüzgarı yeniden yüzüne hissetmek cidden iyi geliyordu.
Dört şövalye ile birlikte, ses çıkarmadan ilerlediler. Güneş gün boyunca hakimiyetini sürdürmüştü, hala da batmak istemiyor gibiydi. Arthur bir an kontrol için Merlin'e çevirdi başını. Her zamanki kıyafetlerini giymişti: Kırmızı tişört, siyah pantolon ve rengi solmuş, mavi bir mendil. Odasına girdiği sayılı günlerden birinde dolabında aynı tişörtten iki tane, kırmızısından da üç tane daha görmüştü. Bir gün, Merlin'e bunlardan farklı bir kıyafet vermeyi not etti aklına.
Çirkin gülümsemesi ya da bir o kadar çirkin mavi gözleri dikkatini çekmiyordu Arthur'un, hayır. Aslında hiçbir şeyi dikkatini çekmiyordu. Merlin, Arthur için değersiz bir insandı. Hizmetinde olan onlarca kişiden biriydi sadece. Pekala ki bazen kendisine karşı olur olmaz hitaplarda bulunmasına izin veriyor olabilirdi ya da görevlerini aksatmasına, hatta üzerinde uzun zaman çalıştığı planlarını bozmasına. Başı derde girdiğinde kendi hayatını bile riske atıyor olabilirdi. Ama Arthur biliyordu ki Merlin böyle zamanlarda düzeltiyordu durumu; belki küçük, özür dolu bir gülümsemeyle, belki dalga geçmek için attığı kahkahalarla, belki de sadece yanında durmasıyla.
Ama her şey bu kadardı işte. Bu kadar olmak zorundaydı. Merlin, Arthur'un hizmetkarlarından biriydi sadece.
Camelot'tan uzaklaştıkça rüzgar sürekliliğini arttırıyordu. Tişörtlerinin uçları durmaksızın dalgalanmaya başladığında Arthur kendine geldi, odak noktasını yeniden yola çevirdi.
Ortalama yarım saat sonra gölün yakınlarına ulaşmışlardı.
"Pekala," dedi Merlin attan iner inmez. Hala gülümsüyordu ve bu, Arthur'un sinirlerini gittikçe daha çok bozuyordu. "ben sağ tarafa gidiyorum."
"Hayır, gitmiyorsun." Homurdandı Arthur. Çocuk esnemesini bozarak baktı ona. "Ne?"
"Tek başına kaldığın her seferde başına bir bela alıyorsun ve ben onunla uğraşmak zorunda kalıyorum. Şimdi gidersen ya kaybolacaksın ya da kampımıza ayı ordusu getireceksin."
"Ayı ordusu mu? Galiba daha yaratıcı olabilirim." İşte yine! Kaşlarını kaldırmış, dudaklarını hafifçe kıvırmış. Arthur, Merlin'in bu cesareti nereden aldığını cidden merak ediyordu. Görünürde yaptığı hiçbir şey yoktu, ne zaman başı sıkışsa Arthur çevresinde olduğundan hayatta kalıyordu ayrıca.
"Sör Radolf da seninle gelsin." Sesi netti, itiraz kabul etmeyeceğini fark eden Merlin susmaya karar verdi.
Zırhın içindeki genç adam aceleyle atını bıraktı, prensinin yanına geldi. Boynunda biten, dalgalı, siyah saçları vardı. Büyük ihtimalle yenilerden biri değildi ancak Merlin, onu daha önce gördüğünü de hatırlamıyordu. "Peki efendim."
"Herhangi bir tehlikeyle karşılaşırsanız geri dönün. Anlaşıldı mı?"
"Evet efendim."
"Karanlık çökmeden önce burada ateş yakacağız. Geç kalmayın."
Arthur başka diyecek bir şeyi olmadığını belirtmek üzere elini kaldırdığında Merlin abartılı bir nefes verdi, kararını değiştirmesini istemiyormuşçasına aceleyle sağa döndü ve koşar adım ilerlemeye başladı.
Sör Radolf hemen arkasındaydı. Arthur bir saniyeliğine duraklayarak adamın yüzüne baktı. Saçları öne düştüğünden gözlerini göremiyordu ancak saçma bir gülümsemesi vardı artık.
Arthur başını salladı ve önündeki birkaç saat boyunca zihnini susturmaya çalıştı. Bu gece yakalaması gereken büyülü bir yaratık vardı.
*
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Flowers - Merlin/Arthur
FanfictionArthur, Merlin'in şövalyeler arasında bu kadar popüler olduğunu bilmiyordu. ∆ Merlin/Arthur Short Story.