2

2.3K 233 101
                                    

Merlin ve Sör Radolf tamı tamına üç saat yirmi dört dakika sonra kamp alanına geldiler.

Merlin rahattı. Gaius'un istediği her çeşit bitkiden bolca bulabilmişti nasıl olsa. Ayrıca Sör Radolf sohbet etmesi kolay bir insandı. Şövalye olmadan önce ülkesinde yaşadığı birkaç olayı anlatmıştı, Merlin uzun zamandan beri bu kadar güldüğünü hatırlamıyordu.

Üç sövalye ateşin çevresinde oturuyordu, çok da yüksek sesli olmayan bir sohbetin içinde gibilerdi. Prens Arthur ise tam zıtlarındaydı, baştan aşağıya sinirden oluşuyordu. İki yüzden sonra adımlarını saymaktan vazgeçmişti.

Bakışları buluştuğunda ateşin yansımasından dolayı tereddüt etti Merlin. Kızgın mıydı yoksa rahatlamış mı? Belki de her zamanki haliydi bu, sonuçta neredeyse her saat başı azarlıyordu kendisini.

"Neredeydiniz?!" dedi aceleyle, kaşları çatılmıştı. Kızgın. Buna şüphe yoktu artık.

Merlin arkasını döndü ve geldikleri tarafa baktı. Gerçekten bir ayı ordusu tarafından takip ediliyor olabilirler miydi?

"Geç kalmayın emrini verdiğimi hatırlıyorum!" dedi Arthur bu sefer. Şövalyelerin sessiz sohbetleri kesildi.

"Evet efendim, özür dilerim efendim." Sör Radolf başını eğdi. Aslında bu kadar geç kalmalarının asıl sebebi Merlin'di. Arthur'un çok da kafaya takmayacağından emindi nedense. Dolunay sayesinde nereye gittiklerini rahatça görebiliyorlardı, Merlin de en iyi bitkileri bulmak istemişti.

Arthur derin bir nefes verdi. Sesini alçalttı, omuzlarını düşürdü. "Diğerlerine katıl. Sabah erkenden yola çıkacağız."

"Peki efendim." Şövalye baş selamı verdi ve belli olur bir rahatlamayla ayrıldı aralarından.

Merlin ne demesi gerektiğini bilemedi önce. Hayret dolu gözlerle Arthur'a bakıyordu ama genç prens herhangi bir şey söylemeden arkasını döndü. Ateşten uzağa, göle doğru yürümeye başladı.

Küçük bir tererddütün ardından koşar adımlarla yetişti ona Merlin. Arada kalmıştı; ya Arthur'u daha da sinirlendirecek ve bunun tadını çıkaracaktı ya da neden bu kadar kızdığını sorgulayacaktı. Gölün önüne geldiklerinde ikincisini seçmeye karar verdi.

"İyi olduğundan emin misin?"

Arthur görmezden geldi sorusunu. Elinden destek alarak yere oturdu, dizlerini dikti, kollarını da üstünde sabitledi. "Gaius ile olan işin bitti mi artık? Neydi ki o ayrıca?"

Merlin de oturdu yere, bağdaş kurdu. "Saraydaki ilaç depoları boşaldığı için uzun süre dayanabilecek şurup ve hapları en baştan yapıyoruz. Altı gündür toplasan beş saat uyumadım. Sana hizmet etmek bile daha kolay."

Arthur kızmadı bu sefer. Dudakları hafifçe sağa kıvrıldı, başını gölden çevirmeden kısa bir bakış attı Merlin'e. Ruh hali çabucak değişivermişti. Sanki bir peri gelmiş, sopasını dokundurmuştu alnına ve işte! Arthur bir pamuktan bile daha yumuşaktı şu an.

Merlin gözlerini kapattı, derin bir nefes aldı. Hava ılıktı, gölün yanında olsalar bile sabahki rüzgar devam ettiği için arınmıştı nemden. Durgun suyun yüzeyinde, dolunayın ışıkları yansıyordu. Birkaç saniye ikisi de doğanın sesini dinledi: Ağustos böceklerinin ötüşü, uzaktaki ateşin çıtırtısı, şövalyelerin yumuşak uğultusu...

Gözlerini açtığında Arthur'un tamamen ona döndüğünü gördü. Hala kıvrıktı dudakları ama daha da yoğun bakıyordu sanki. Sarı saçları hafif rüzgarla dağılırken kollarını indirdi, bağdaş kurdu Merlin gibi.

Merlin gerçekten yakın olduklarını o an fark etti.

Arthur önce kalkmış kaşlarında gezdirdi bakışlarını, mavi gözlerinde, ince, renksiz dudaklarında. Çene hattından boynuna geçti sonra. Kırmızı tişörtün- hayır, omuzlarında, ince kollarında. Sonunda da belinde.

"Gün boyu topladığın şey o muydu?" diye sordu oluşan gerginliği bozmak istercesine. Merlin'in elindeki minik bukete bakıyordu, yüzünde tüm samimiyetini belirten bir gülümseme. Merlin şoktan çıkarcasına kırpıştırdı gözlerini, bedenine dolan karıncalanmayı göz ardı etti, Arthur'un işaret ettiği yere, ellerine döndü.

Küçük mavi ve beyaz çiçeklerden oluşuyordu buket. Oldukça inceydi. Arthur çiçekleri daha önce krallıkta görmediğinden emindi. Morgana sayesinde sınırları altında yetişen her bitkinin ismini öğrenmişti çünkü.

"Hayır," dedi Merlin sanki her zaman olan bir şeyden bahseder gibi, rahatça. "Sör Radolf bulmuş bunları. Güzel olduklarını düşünmüş."

Durakladı Arthur. Gülümsemesi yavaşça silinirken emin olmadan tepki vermemek için kısa bir nefes aldı. "Ve sana verdi, öyle mi?"

"Evet." dedi Merlin, sakinliğini hala koruyordu. "Sen çiçek sevmiyor musun?"

Fark edersiniz ki, Merlin şövalyeler arasında oldukça popüler.

Hayır, Arthur bunu kesinlikle fark etmemişti.

Bir süredir üzerinde hüküm süren sakinlik yerini kızgınlığa bırakırken yeniden nefes aldı. Güzel olduklarını düşünmüş de ne demekti? Sırf güzel olduğu için Merlin'e çiçek vermeye nasıl cüret edebilirdi biri? Ona sormadan hem de?

Uzanmak istedi. Merlin'in belki de tüm gece boyunca elinde tuttuğu çiçeklere uzanmak, ayakları altında çiğnemek istedi onları. Acaba Merlin üzülür müydü buna? Acaba engel olmaya çalışır mıydı? Acaba sabaha kadar onlara sarılarak mı uyuyacaktı? Peki nerede uyuyacaktı?

Kızgınlık yerini gizli paniğe bırakırken engel oldu kendine. Neden bu kadar kafaya takmıştı ki üç-dört çiçeği? Merlin'in özgür iradesi vardı sonuçta. Ne kadar kendi hizmetkarı olsa da hayatı boyunca karışamazdı ona. İstediği kişiden çiçek alabilir, istediğini sevebilir, hatta istediğiyle evlenebilirdi.

Abartıyordu, Tanrım, hem de nasıl abartıyordu!

Ve hayır, onay vermediği biriyle elbette ki evlenemezdi.

Peki Arthur'un onay vereceği biri var mıydı?

"Bir tane." dedi aklındaki ses, her nasılsa Gwen'in tonuna bürünmüştü. "Sadece bir tane var."

Alelacele kalktı oturduğu yerden, üstünü silkeledi. Ani hareketlenmeden dolayı donmuş olan Merlin'e arkasını döndü. "Sabah erkenden yola çıkacağız."

Başka da bir şey demeden büyük adımlarla kamp alanına yöneldi.

*

*

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.
Flowers - Merlin/ArthurHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin