Kesinlikle bu işin içinden çıkamıyordum.Kendimden başka bir bakış açısı, kızları tanıyacak ve bana güvenecek bir insan lazımdı bana.
Aileme bu konudan bahsetsem güler geçerlerdi. Yetkililer de akıl hastanesine yatırıp olayın üstünü kapatmayı tercih edeceklerdi, anlamıştım onu.
Seokjin mantıklı bir seçenek gibi geliyordu. Sonuçta kız kardeşi kayıptı ama o da kız kardeşini hatırlamıyordu.
Yine de şansımı ondan yana kullanacaktım. Bana başka kimse inanmaz gibi geliyordu.
Onu bulabilmek için instagram hesabıma girip ismini arattım. Hatırladığım kadarıyla burayı aktif olarak kullanıyordu.Yanılmamıştım. On beş dakika önce kafede arkadaşlarıyla oturduğu bir fotoğraf paylaşmıştı.
Bulundukları kafenin adı sağ gözümün seğirmesine sebep oldu.
O tuhaf kafedeydiler.
Masa boş olduğuna göre bizim gibi siparişlerini bekliyorlardı.
Evden neredeyse uçarak çıktım. Hızlıca bir taksiye atlayıp kafeye doğru ilerlemeye başladım.
Kimse kaybolmadan kafeye varabilmek istiyordum. Ama sanki zaman hep benim aleyhime işliyordu.
Yolda giderken Seokjin'in fotoğrafını tekrar açıp kaç kişi olduklarına baktım. Kendisi dışında üç kişi daha saymıştım, umarım oraya vardığımda sayılarında bir eksilme olmazdı.
Kafenin önüne geldiğimde tereddüte içeriye baktım. Burda olmayı hiç istemiyordum. Ama arkadaşlarım hiç olmamış gibi hayatıma devam da edemezdim.
Sakince kapıyı açıp içeri girdim.
Yine kimse yoktu. Bu sefer bu boşluk işime geldi ve sakince merdivenleri çıktım.Bilin bakalım ne gördüm?
Tabikide boşluk.
Geç kalmıştım anlaşılan.
Çöken omuzlarımla beraber merdivenleri tekrar inmek için arkamı döndüm.
Takım elbiseli adam yine karşımdaydı. Garip bir gülümsemeyle bana bakıyordu.
"Hoşgeldiniz. Boş bir masaya oturun lütfen. Garsonlarımız sizinle ilgilenecektir."
Omzumdaki çantanın kullarını daha çok sıktım. Bu oyuna katılmak konusunda şüphelerim vardı. Yine de başka çarem yok gibi görünüyordu.
Sahte bir gülümsemeyle onu onayladım.
Sabah oturduğumuz masaya ilerleyip oturdum.
Neler olacağını deli gibi merak ediyordum.
Şu an tek güvencem evden çıkarken aceleyle çantama attığım biber gazıydı.
Hoş, odanın bir köşesinde anlam veremediğim bakışlarla bana bakan adama biber gazının etki edeceğinden şüpheliyim. Uzaylı olduğunu söylese inanırdım, hiç insana benzemiyordu.
"Hoşgeldiniz hanımefendi, ne alırdınız?"
Gördüğüm yüz beni şaşırtmamıştı.
"Hoşbulduk Minhyuk. Sen bana bir tane amerikano getir başka bir şey istemiyorum."
Gülümseyerek uzaklaştı. Keşke giderken şu adamı da yanında götürseydi. Yalnız olsam bu kadar gerilmezdim.
"Sadece amerikanoyla besleniyorsun sanırım."
Kollarını bağlamış bir şekilde duvara yaslanan adamın birden konuşması, boşluğuna geldiği için elimdeki telefonu yere düşürmeme neden oldu.
Ters bir bakış atıp telefona uzanmadan önce konuştum.
"Final haftasındayız, tabikide sadece kahveyle yaşıyorum."
Muzip bakışlarını es geçerek telefonumu elime aldım.
Telefonumun biraz ilerisinde yerde bir kolye vardı. Onu da alarak doğruldum.
Tek kaşımı kaldırarak karşımdaki adama kolyeyi gösterdim.
"Hiçbir fikriniz olmadığını söylediğiniz arkadaşlarımdan birinin kolyesinin sizin kafenizdeki bir masanın altından çıkması ne tuhaf bir rastlantı değil mi?"
Yüz ifadesini değiştirmeden yanıma geldi. Elimdeki kolyeyi eline alarak incelemeye başladı. Bir iki saniye düşünüyormuş gibi yaptı ve bana döndü.
"Bu kolyenin aynısından en az on kişide görmüşümdür. Sadece sizin arkadaşınızda olduğunu sanmıyorum."
Çatık kaşlarla kolyeye uzandığımda elini geri çekti.
"Kolyeyi siz bulmuş olabilirsiniz ama dediğiniz gibi benim kafenin masasının altından çıktı. Yani onu size veremem kusura bakmayın."
Minik bir baş selamı vererek merdivenlere doğru ilerledi.
Bakışlarımı tavana çevirip sakinleşmeye çalıştım. Derin bir nefes alırken sabah farkettiğim güvenlik kamerası gözüme çarptı.
"Bir saniye bekler misiniz?"
Adımlarını durdurdu. Bana dönme nezaketini göstermeden bekledi.
"Eğer buraya gerçekten tek başıma geldiğimi ispatlamak istiyorsanız, güvenlik kamerasını izleyelim beraber. Bakalım kimin dediği doğru?"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Delicate
FantasyHayatımızın seyri ne çabuk değişiyordu. Bir günümüz oldukça sıradan geçerken, bir diğer gün bütün yaşantımızın değişmesine sebep olacak olaylar yaşayabiliyorduk. Ne garipti yaşamak.