Duyduğum gürültü yüzümü buruşturmama neden oldu.Sabah sabah ne oluyordu?
Gözlerimi açmaya çalışarak ayağa kalktım. Ezbere bildiğim yoldan banyoya ilerledim.
"Eun Mi! Şu kapıya bakın biriniz artık!"
Yüzümü yıkarken bir yandan da kızlara sesleniyordum. Duyan yoktu tabi.
Kapıyı çalan da neredeyse kapıyı kıracaktı. Kimdi bu sabahın köründe?
Sinirle kapıya ilerledim ve kapıyı açtım.
"Sonunda!"
Söylenerek içeri giren arkadaşıma gözlerimi devirdim.
"Ne sonunda? Sabahın köründe kapıyla ne alıp veremediğin var senin?"
Kapıyı hızla kapatıp kendi eviymiş gibi salona geçen arkadaşımın peşinden ilerledim.
"Ne sabahı ne körü Yoonah? Öğlen oldu ve sen sınava gelmedin. Hocaya dün gece çok hastaydı ölmüş olabilir diyerek iki saat sonrasına zar zor sınav ayarlattım senin için ben! O kapı kırılsaydı bile sesini çıkarmazdın!"
Gözlerim kısık, olayları anlamaya çalışıyordum. Sınavı mı kaçırmışım?
"Sınav mı vardı?"
Yanımda oturan arkadaşım elini alnıma koyarak kendi kendine mırıldandı.
"Ateşin de yok ama ne oldu da unuttun sen sınavı? Ölsen hortlar gelirsin sen sınav için."
Haklıydı. İt gibi çalıştığım sınava tabikide girecektim neden girmeyeydim?
"Ben neden-"
Dün yaşadıklarım aklıma birden üşüştü. Şaşkınlıktan cümlemi tamamlayamadım. Rüya mıydı onlar yoksa gerçek miydi?
Yerimden kalkıp resmen uçarak Bong Sun'un odasına koştum.
"Hey! Yoonah nereye gidiyorsun?"
Benimle beraber koşan jungkook, ben içeriye dalarken odanın kapısında bekledi.
İçerisi boştu.
Eun Mi'nin odasına daha hızlı adımlarla ilerlediğimde yine aynı manzarayla karşılaştım. Eşyaları buradaydı ama kendileri yoktu.
Eun Mi'nin odasının kapı pervazına yaslandım. Bir an için her şeyin rüya olması o kadar güzel bir düşünceydi ki, benimle dalga geçeceklerimi bilsem de bunu onlara anlatıp kahkahalar atmayı çok istemiştim.
Yere çöktüm.
Ağlamamalıydım.
Yanımdaki kıpırtıyı hissedip eğdiğim kafamı kaldırdım. Jungkook yanıma oturmuştu.
Bir süre öylece boş odayı izledik.
"Neler oluyor Yoonah? Kendinde değil gibisin. Dün çok iyiydin, bir günde ne değişti?"
Alaylı bir gülüş kapladı yüzümü. Gerçekten bir günde neler olmuştu öyle.
"Anlatsam bana inanmazsın."
"En azından birine anlatmış olursun?"
Yüzümü ona çevirdim.
"Anlatacağım ama gerçekten kimseye bundan bahsedemezsin. Sana güvenmediğimden değil yanlış anlama. Ama deli damgası yemek istemiyorum."
Çatık kaşlarla da olsa başıyla onayladı beni.
"Eun Mi ve Bong Sun isimleri sana tanıdık geliyor mu?"
O düşünürken bende yüzünü inceledim. Seokjin telefondayken konuşmasıyla bir ikilem yaşadığını belli etmişti. Bu ikilemi şimdi jungkook'un yüzünde daha net görebiliyordum.
"Ben... tanıdık geliyor ama..."
Dün cebime koyduğum üçümüzün poloroid fotoğrafını çıkarıp ona gösterdim.
"Aynı sınıftayız, benim ev arkadaşlarım. Onları tanıyorsun jungkook lütfen hatırla."
Elimdeki fotoğrafı alıp incelemeye başladı. Çok emin olmadığını belli ederek parmağını Eun Mi'ye yöneltti.
"Bu... Eun Mi?"
Heyecanla onayladım.
"Evet! Evet o Eun Mi!"
Hala kaşları çatıktı ama en azından onları anımsıyordu.
"Onları hatırlıyorum ama... sanki çok uzun yıllar önce kısa bir süreliğine tanışmışız gibi geliyor. Çok, nasıl desem, hatıraları bulanık."
Her dediğini dikkatle dinliyordum.
"Sana her şeyi anlatacağım. Belki benim göremediğim şeyleri görürsün. Kabul etmem gerek bazen kafan da çalışıyor."
Alnıma bir fiske atarak sırıttı.
"Seninkinden çok çalıştığı kesin. Kalk hadi koltuğa geçelim hasta olacağız burda."
Onu başımla onaylayıp ayaklandım.
"Sen içeri geç ben kahve yapayım da geleyim. Anlatacak çok şey var."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Delicate
FantasyHayatımızın seyri ne çabuk değişiyordu. Bir günümüz oldukça sıradan geçerken, bir diğer gün bütün yaşantımızın değişmesine sebep olacak olaylar yaşayabiliyorduk. Ne garipti yaşamak.