Mâlikaneye girişleri muazzamdı. Tanaka, Bard, Fin ve Mey-rin bir hoşgeldin ziyafeti düzenlemişlerdi. Etin ufacık bile olsun yanmadığına bakılırsa belli ki aşçı Tanaka olmuştu. Hizmetlilerin hepsi Sebastian'ı iyi gördükleri için çok mutluydular, ama yeni üyenin gelişi onları daha çok heyecanladırmıştı. Snake de hemencecik kaynaşmıştı, ve çok geçmeden bütün hizmetliler birer birer yeteneklerini sergilemeye başlamıştılar. Mey-rin bir eli ile kucağında bebeği tutarken diğer eli ile bir tüfek çıkarmaya koyuldu.
"Benim yeteneğim de gayet tuhaf, göreceksin-" Ciel hemencecik bebeği onun elinden kaptı ve refleks olarak silahı eliyle vurup uzaklaştırdı.
"Sana bunu söylemek zorunda olduğuma inanamıyorum ama, bebekler ve silahlar yan yana gelemez!" diye bağırdı Phantomhive. Mey-rin başını eğdi.
"Kesinlikle benim evimde kesinlikle böyle bir kural yoktu, lordum" diye yanıtladı. Ciel hizmetlilerinin nasıl berbat çocukluklar yaşadıklarını hatırlayınca bu çocuğun yükümlülüklerinin ne kadar ağır olabileceğini anladı.
"Bu kadar oyalanmak yeter. Snake, bebeği al ve gecenin geri kalanında dinlen. Bard, Snake'in yeni yatak odasına bir beşik götür. Mey-rin ve Finn, sofrayı toparlayın." Bundan sonra, Ciel ve Sebastian baş yatak odasına sıvıştılar.
Ciel Sebastian ile yalnız kaldığı an damarlarından elektrik yükseldiğini hissetdi. Kâhyasının, şeytanının, hâlâ hayatta olduğu gerçeğini kafasına sokmak için zamanı olmamıştı.
"Lordum, banyo yapmak ister misiniz?" diye sordu Sebastian. Ciel başını evet anlamında sallayıp tembel tembel gömleğinin düğmelerini çözmeye başladı. Şeytan konta yetişip ellerinin düğmelere götürdü.
"Ne yaptığınızı sanıyorsunuz?" diye sordu şeytan, sırıtışı ince uzun köpek dişlerini ortaya çıkarırken.
"Banyo için hazırlanıyorum?" dedi Ciel sesinde sorgulayan bir tını ile.
"Kendi başına soyuna bileceğinizi size kim söyledi?" diye karşılık verdi şeytan. Ciel duraksadı, yaptığının şeytana ne kadar tuhaf görünebileceğinin farkına varmamıştı bile. Sebastian'ın "ölümü" çok kısa sürmüş olmasına rağmen, Ciel kendisini bir sürü yeni şeyi yapmaya zorlamak zorunda kalmıştı. Kendi başına giyinmek, banyo yapmak, kendisi için yemek sipariş etmek zorundaydı. Haklı olarak da bütün bu şeyler bir soylu için alışılagelmedikdi.
"Afedersin," diye özür diledi Kont elini serbest bırakarak. Sebastian'ın yumuşak bakışlarından endişe geçti.
"Şimdi de özür diliyorsunuz. Nerede benim efendim? Parlayan gözleri ve güçlü kanatları olan, talepkar ve intikamcı nephilim nerede?" diye sordu şeytan. Ciel yere baktı, Sebastian'ın ölümünün görüntüleri görüşünü bulanıklaştırmıştı.
"Sen öldün," Ciel duraksadı, daha fazlasını söylemeye hazırdı ama birden söylenecek başka bir şeyin olmadığını anladı.
"Evet, öldüm. Ama geri geldim. Sizin için," Sebastian eldivenlerini çıkarıp orta ve işaret parmaını kullanarak Ciel'in çenesini kaldırdı.
"İkimizin ve gizli güçleri var. Onların ne olduğunu benim ölümümden sonra öğrendik. Siz bensiz hayatta kala bilirsiniz. Ben sizsiz hayatta kalamam," diye Sebastian açıkladı. Ciel'in gözlerine yaşlar hücum etti.
"Hayatta kalmak evet, ama yaşayamazdım! Öldüğünü görmek, kalbinin artık atmadığını duymak; ben de seninle ölmüş gibiydim! Sen o Allahın cezası sirkin toprağına gömüldüğün sürece asla gülümsemeyeceğimi biliyordum, ya da asla kahkaha atmayacağımı ya da asla ağlamayacağımı!" diye bağırdı Ciel, yoğun gözyaşları pembe lekeli yanaklarından aşağı doğru çağlıyordu. Şeytan onun gözyaşlarını sildi, dokunduğunda teni soğuktu. Ciel yumuşakça ağlamaya devam etti.
"Sizsiz asla yaşayamazdım, lordum." Sebastian başını eğdi ve gözlerini Ciel'inkilerle buluşturdu. Ciel bunu çoktan biliyordu. Sebastian'ın yemek kaynağıydı- bir de üstüne münasip bir oyuncak oluvermişti. Ciel birden şeytanın karşısında kendini kaybettiği için çocuk gibi hissetdi.
"Bu ne biçim bir itiraf?" diye sordu Ciel. Yanaklarını lekeleyen gözyaşlarına rağmen sesi çelik gibiydi.
"Ölümsüz bir itiraf. Nerede olursam olayım ya da siz nereye giderseniz gidin, takip etmeye yemin ederim. Sen, Ciel Phantomhive, benimsin. Şu anda ruhuna sahibim, ama bir gün bedeninize de sahip olacağım," Sebastian duraklayıp Ciel'in yanağına yumuşak bir öpücük bıraktı, "mutluluğuna," dudakları diğer yanağa geçti, "ve sevgine." Sebastian lordunun alnına son bir öpücük kondurdu. Ciel kelimeleri söylendikleri gibi kavradı.
Sebastian'ın dediği şey sadece bir yemin değildi. Bir teyitti. Bir sözdü. Sebastian ona karşılık vermişti, ve Ciel'in güvende, mutlu ve sevgi içinde olmasını temin etmek için elinden geleni yapacaktı.
"Anlıyorum, Sebastian," diye yanıtladı Ciel, sesi bir kez daha güç doluydu. "Banyom hazır mı?"
Selam minna! Bu kadar geç çevirdiğim için hepinizden özür dilerim, sadece son zamanlarda pek de iyi hissetmiyorum ve artık bir üniversiteli olarak daha yoğunum. Ve bu kitabın sadece bir kaç bölümü kaldı, hemen bitmesini de istemiyorum, zaten tamamlanmış da değil yazar da ne zaman yeni bölüm atar hiç bilmiyorum ama umarım devam eder de bu kitabı yarım bırakmak zorunda almam.
Bu bölümü ve çevirimi beğendiyseniz oy vermeyi unutmayın, hepinizi seviyorum ve bir sonraki bölümde görüşürüzz~ 💛
ŞİMDİ OKUDUĞUN
The Evil Champion 2
FanfictionCiel Phantomhive, kâhyasının korkunç ölümünden sonra param parça kalmıştır. Kısa matem döneminden sonra kendine gelen öfkeli asilzade artık kendi adının ve kâhyasının intikamını almak için Melek ve yandaşlarını avlamanın peşindedir. Bütün hakları @w...