saatler 20.03'ü gösterirken jongdae yanımda durmuş karşımızdaki aynadan eseriyle gurur duyar gibi bana bakıyordu. sahiden de söylediği gibi çok yakışıklı yapmıştı beni, en son ne zaman bu kadar iyi gözüktüğümü hatırlamıyordum.
belki de hiç gözükmediğimdendir.
anlamadığım kısım ise bu kadar basit parçalarla beni yepyeni biri gibi yapabilmesiydi. üzerimde çok güzel desenli bir gömlek vardı, altımda da dizleri hafif yırtık bir kot pantolon. sarı saçlarımı yandan ayrılmış, kendi doğal hâllerine bırakılmıştı ve bunu yapan baekhyun'du. daha önce bana bu saç şeklini yapmamı söylemediği için ona kızmayı daha sonraya bırakmıştım şimdilik.
junmyeon da arka sokaktaki çiçekçiye gidip bir buket papatya almıştı. gitmeden önce taze olmalarına dikkat etmesini tembihlemiştim. sehun'umun sevdiği gibi.
bunu nerden öğrendin diye sorarsanız, şöyle oldu;
yine penceremin önünde sehun'u beklediğim bir gün tam da olması gerektiği saatte evimin önünden geçti. fakat bisikletinden bir şey düşürdüğünü fark etmemişti. hemen aşağı inip ne düşürdüğüne baktığımda sarı kapaklı bir defter olduğunu gördüm.asıl şaşırdığım kısım ise merakıma yenik düşüp defterin kapağını açtığım kısımdı. bu defter, sehun'un günlüğüydü.
ilk sayfaya atılmış tarihe kaydı gözlerim.
14 ocak 2001.
sehun bu defteri taa yedi yaşından beri tutuyordu demek. tekrar ve tekrar merakıma yenik düşüp birkaç sayfasına göz gezdirdim. bu biraz suçlu hissetmeme sebep olmuştu fakat sehun hakkında bir şeyler öğrendikçe daha fazlasını istiyordum.
bir sayfada takılı kaldım, diğer tüm sayfaların aksine tarih yazmıyordu. her gün düzenli olarak yazmadığı için de önceki ve sonraki sayfalara bakıp tam olarak hangi gün olduğunu anlayamıyordum. fakat 2005'in mayıs ayıydı.
sehun on bir yaşındayken.
"sevgili günlük,
bugün biraz üzgünüm, bunu seninle paylaşmaya geldim.
az önce annemle konuştum, babam bizi bırakmış. ama nereye gittiğini söylemedi kimse bana. sadece babamın çok yorgun olduğunu ve onu iyileştirmeleri için meleklerin yanına gittiğini söylediler. biliyorsun ki ben akıllı bir çocuğum, meleklerin gerçek olmadığını biliyorum. ama malesef aklım babamın nereye gittiğini anlamaya yetmiyor..
umarım büyüdüğümde bunu öğrenebilirim. ve sanırım babamı çok özleyeceğim. şimdilik hoşçakal."okuduğum sayfa bittiğinde ağlamaya başladığımı yeni fark etmiştim. ne kadar masum ve güzel bir çocuktu.. duyduğum tekerlek sesleri ile paniklemiş ve defteri kapatayım derken bir sayfasını hafifçe yırtmıştım. kendi kendime söverken sehun'un fark etmemesini diledim ve defteri hızla yere bırakıp eve doğru koşturdum.
kapı aralığından onu izlemeye başladım. önce defterin olduğu yere geldi, bisikletinden indi ve yerdeki defteri alıp eliyle üzerindeki tozları sildikten sonra çantasına koydu. yeniden bisikletine binip uzaklaşırken onu biraz daha fazla görebildiğim için mutluydum.
işte bu şekilde, sehun hakkında birkaç şey öğrenmiştim.
turuncudan nefret ediyordu mesela. saçları dışında hiçbir şeyi turuncu değilmiş, sırf annesi seviyor diye turuncu saçla gezmeye katlanıyormuş.
deniz ürünlerini de sevmezmiş. bir keresinde yediği balık yüzünden zehirlenmiş hatta.
en sevdiği renk eskiden sarıymış, artık siyah.
lewis capaldi ve twenty one pilots dinlemeyi çok severmiş.
düşüncelerimden sıyrılmamı sağlayan şey jongdae'nin çığlığıydı, salak herif alçak sesle konuştuğu tek bir anı yoktu.
"JONGİN BULUŞMA SAATİNE ON BEŞ DAKİKA KALMIŞ SEN HÂLÂ NE DİKİLİYORSUN BURADA?!"
onun yüzünden ben de paniklemiştim. ne yapacağımı şaşırdığım sırada baekhyun elime çiçekleri ve telefonumu tutuşturup beni evin dışına tam anlamıyla atmıştı. birkaç saniye kendime gelmeye çalıştıktan sonra hızlı adımlarla parka doğru ilerlemeye başladım.
yine içimdeki iki ses tartışıyordu. biri sehun gelmeyecek, boşuna gidiyorsun derken diğeri ise hâlâ bir umut olduğunu söylüyordu. şimdilik umudumu kaybetmemeyi seçip salıncakların önünde durdum.
etrafta kimse gözükmüyordu. saate baktığımda 20.48'i gösterdiğini gördüm. buluşmamıza bir dakika kalmıştı.
tabii buluşabilirsek.
***
bekledim, bekledim, bekledim.
tam bir saat on yedi dakika boyunca elimde papatyalarımla bekledim.
sehun gelmedi.
oturduğum salıncak bile sıkıldı.
pes ettim.
kalktım salıncaktan, elimdeki papatyaları sehun'un gelip oturacağını düşündüğüm benimkinin yanındaki salıncağa bıraktım.
aptaldım, koskocaman bir aptal. rezil olmuştum adama, bir de benim gibi bir salağın peşinden mi gelecekti?
eve geri döndüm.
jongdae bile bana soru sormadı.
yatağıma uzandım, bobi'ye sarıldım ve ağladım.
oh sehun gelmedi.
——————
biraz üzgünüm o yüzden böyle bi bölüm çıktı sorry vişneli keklerim🤧💘
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ruhun sarışın | sekai
Fanficben; kim jongin, yağmurdan nefret eden kim jongin, o gün yağmurun altında tam iki dakika otuz sekiz saniye boyunca bisikletli çocuğun arkasından bakıyorum.