acının ilacı

412 79 71
                                    

yine o iğrenç pazartesi sabahlarından birindeydik. oh sehun'un beni papatyalarımla papatyasız bırakmasının üzerinden iki gün geçmişti. yatağımdan kalkmak istemesem de junmyeon başımdan aşağı bir bardak buz gibi limonata dökünce kalkmak zorunda kalmıştım.

yazdık oldu, aslında limonatayı da çok severim.

size bu geçen iki günü özetleyecek olursam; yatak, yorgan -evet hava otuz derece olsa da-, bobi, çilekli jelibonlar. evet, bu kadar.

bir de çocukların sürekli başarısızlıkla sonuçlanan beni yatağımdan kaldırma çabaları vardı tabii. ayrıca sürekli bir şeylere ağlıyordum. dün baekhyun daha iyi hissetmem için papatya çayı yaptığında ağlamıştım mesela.

çünkü papatya, tamam mı?

iki gündür oh sehun'u beklemiyordum penceremde. zaten jongdae de gelmiyor diyordu, ben izlemeyince sanki istemişim gibi benim yerime izlemeye başlamıştı yolu.

bu günlerin nasıl boktan geçtiğini size acı dolu birkaç paragraf ile anlatmak isterdim fakat sıkıntıdan ölebilirsiniz, bu yüzden pas geçiyorum.

şimdiye dönecek olursak, çözümün limonatada olduğunu düşünen junmyeon kendiyle ve limonatasıyla gurur duyarken baekhyun elindeki lolipopu bitirmiş, kalan plastik sapını jongdae'nin burnuna sokmaya çalışıyordu.

aslında çözüm limonatada değildi, kimya hocam do kyungsoo'daydı. kendisinden epey korktuğum için dersine girmek zorunda hissediyordum, yoksa dersinde düşürüp kırdığım deney tüpleri gibi o da beni pencereden düşürebilirdi.

üzerinden iki yıl geçmesine rağmen adam hâlâ unutmamıştı, beni her gördüğünde o tüplerin içine tıkıştırmak ister gibi bakıyordu.

emin değilim, belki de herkese öyle bakıyordu.

şimdilik bunu düşünmeyi bir kenara bırakıp duştan çıktığım için ıslak olan saçlarımı kurutmaya başlamıştım. iki gündür yataktan çıkmadığımdan duş da almamıştım tabii, jongdae bir hafta giyilmiş çorap gibi koktuğumu söylemişti. bu kokuyu nerden bildiğini bilmiyorum, sormayın.

sonunda saçlarımla işimi bitirdiğimde tam olarak ruh hâlimi yansıtan bir kombin yaptım, siyah kot pantolon ve siyah dümdüz tişört. arkamdaki üç salağın göz devirdiğine emindim, hatta jongdae cenaze evine benzediğimi falan söylemişti ama onları dinlemeyeceğimi bildikleri için müdahale etmiyorlardı.

çantamı da aldım ve diğerlerine bakmaya bile zahmet etmeden evden çıktım, arkamdan geleceklerdi zaten. evden çıkmadan önce anahtarlarımı alırken aynadaki kendime baktım.

berbat görünüyordum, harika.

——————

her gün geldiğim, artık ikinci evim olmaya aday olan okulum bir anda çok büyük gelmişti gözüme. sanki içeri girmeye korkuyor gibiydim.

sırf oh sehun var diye heyecanla girdiğim bina, artık sırf oh sehun var diye girersem çıkamazmışım gibi hissettiriyordu.

junmyeon'un destek vermek adına omzuma dokunması ile kendime gelmiş sonunda içeri adımlayabilmiştim. orada olduğunu biliyordum, her zamanki gibi sırasında oturmuş üzerinde en sevdiği şarkı sözünün yazdığı kalemi ile oynuyordu.

"i am a blank page waiting for you to bring me to life."

sınıfa girdiğimde onun olduğu tarafa bakmamaya çalıştım fakat bilirsiniz, hayat her zaman bize münasip bir tarafları ile gülerdi.

kendime engel olamadım ve ona baktım. bana bakıyordu. gözlerimiz buluştuğunda içimden bir şeylerin kopup gittiğini hissettim. size yemin ederim, oh sehun'un kahveleri sol yanımı delip geçti. bir çift gözün canımı bu kadar yakacağını asla düşünmemiştim.

ruhun sarışın | sekaiHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin