Selilio; Algaryon'un Taljia ve Efilis'ten sonra doğan üçüncü kızıydı ve en küçükleriydi. Bundan tam on beş yıl kadar önce daha genç bir kız iken kaybetmişti annesini. Herkes bilirdi, güzelliğini annesinden almıştı Selilio. Simsiyah beline kadar uzanan saçlarını örer, aralarına güzel ve farklı renklerde taşlar takardı. Abartısız süslenmeyi, bakımlı olmayı pek severdi. Selilio'nun beyaz pürüzsüz bir yüzü vardı ve fevkalade çekiciliği tartışmasızdı. Koyu, uzun ve kıvrık kirpikleri, en az bir çam ormanı kadar yeşil ve içinde belli belirsiz sarı hareleri olan gözlerinin mızraklı şövalyeleri gibi duruyordu. Atık elmacık kemikleri, yanaklarına gölgeler düşürüyordu. İnce, kibar yüzüne, kalın pembemsi dudakları biraz fazlaydı. Bütün oranları ile mükemmel bir detaydı. Kusursuzdu! Yüzüne güzel bir uyumla yakışan çenesi, aynı babasınınki gibi inceydi.
Aniden gözlerini açtı Selilio. Nerede olduğunu anlayamamıştı sanki, hareket etmeden şöylece bir etrafını süzdü gözleri ile. Sanki uykusunda ağlıyordu, gözleri şiş uyanmıştı o sabaha. Yatağının içinde doğruldu ve oturur vaziyete geçti. Odasındaydı, sabah mahmurluğunun verdiği o ilk etkiler üzerinden gitmişti. Odası oldukça loştu, sabahın erken saatleriydi ve gün yeni ağarıyordu. Perdenin aralığından gelen hafif bir ışık belli belirsiz yüzüne vuruyordu. Hemen yanında oldukça estetik bir görüntüye sahip kapağı delikli bir fanus vardı. Fanusu eline aldığı gibi ileri geri yaparak çalkaladı. Tengrisos Dağı'nın oldukça haylaz, küçük böcekleri olan Luksinsektum adındaki böceklerin yüzlercesi fanus içerisinde oradan oraya zıplamaya başladı ve birden fanus içerisinde ışıldamalar yaparak, odanın içerisini aydınlattılar. Odayı aydınlatmak için çok da fazla bir ışığa gerek yoktu. Odası çok büyük değildi Selilio'nun. Kayın ağacından oyulmuş ve çeşitli hayvan motifleri ile süslenmiş olan yatak başlığı ile iki kişilik yatağı odanın yarısından azını kaplıyordu. Yatağının hemen karşısındaki duvarda pencere ve pencerenin yanı başında, neredeyse aynı yatak başlığının oyma desenine ve motiflerine uygun bir tuvalet masası vardı.
Dün geceden beri neden uyuyamamış olduğu aklında geldi birden. Hemen yorganını üzerinden attı ve doğruca banyoya, yüzünü yıkamaya gitti. Daha bir şeyler bile atıştırmadan alelacele hazırlandı ve evin dış kapısına doğru ilerledi. Kapıyı açtı, dışarıya çıktı ve arkasına bakmadan kapının kolunu çekip kapattı. Bunları yaparken o kadar aceleciydi ki, kendi bile nasıl bu kadar hızlı olduğuna şaşıyordu. Normalde asla böyle hareket etmezdi Selilio. Oldukça asil ve yavaş hareketlere sahipti. Ayak basılmamış bir kar yığını kadar beyaz ve boynu ile iç kısmına kürk dikilmiş pelerini, Selilio adımlarını attıkça oluşan esintinin etkisi ile dalgalanıyordu. Limissima'larda altın rengi bir gelenek gibiydi. İşlemelerinde altın rengini görmek her zaman mümkündü; ancak bu, Selilio'nun pelerininde çok da abartılmamıştı. Sadece kalın kenar dikişleri altın renkteydi. Selilio genellikle sadelikten yanaydı ve zaten oldum olası kendi güzelliği ile ön plana çıkmayı severdi. Pelerin ensesinden aşağıya, neredeyse topuklarına kadar süzülüyordu. Kadın Zorganlar'ın pelerinleri, içlerinde kürk bulunması sebebiyle erkeklerinkine göre daha ağır olurdu. Bu yüzden kadın Zorganlar'ın pelerinleri kollarını geçirebileceği bir yarı kıyafet şeklindeydi. Kol kısımlarını giyerek pelerinlerini sırtlarına geçirirlerdi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
AKTOPETİST DERİN KEHANET
FantasyMorensus gezegeninin yüksek aktopetist enerjisine sahip Tengrisos Dağı'nda yaşayan Visyus, bir Yüce Zorgan olarak hayata geldi. Hayatını annesi ile geçiren Visyus, kendini bildi bileli bir an önce on altıncı varoluş gününe gelip aktopetistin enerjis...