Alev Rengi

55 3 0
                                    


Andrew, sıcak banyosunun ardından giyinmiş, saçlarının kurumasını bile bekleyemeden çalışma odasına doğru hızla ilerliyordu. Cornwoll mülkünü ve ünvanını almasının üzerinden şu günlerde 7 yıl geçmiş olmalıydı. Henüz yirmi iki yaşında toy bir delikanlıyken bunca ağır yükün altından ezilmeden kalkmayı başarmış; babasının zaten mükemmel yönetimini daha da iyi hale getirmeyi başarmıştı. Sevgisiz, çeyiz ve ünvan için yapılan evliliklerin aksine, annesi ve babası birbirine gerçekten aşıktı. Kahvaltı masalarında birbirlerine bakarken gözlerinin parlaması hem onların, hem Andrew'in hem de malikanede ki herkesin gününün güzel geçmesine vesile olurdu. Amansız bir hastalık babasını ondan kopardığında; çıplak ayaklarıyla köhne ve soğuk bir sokakta bir başına kalmış üşüyen, aç, kimsesiz çocuklar gibi kalakalmıştı. Hiçbir şey onu babası kadar ısıtmayacak, sevgi açlığını hiçbir şey babası kadar doldurmayacaktı. Ama yine de tüm bu karamsarlığa pabuç bırakmayacak kadar dirayetli yetişmişti. Ve aynı dirayeti şimdi kurduğu bu harika düzeni devam ettirmek için halihazırda kullanmaya devam ediyordu. Çapkındı. Fakat bu acı dolu bir aşk hikayesi yüzünden değildi. Hayatında ona annesinin babasına baktığı gibi bakacak bir kadın olmasını o da isterdi elbette ama tanrı biliyor ya bu istediklerinin en başında değildi. Babasının ömür ve emek vererek bu haline getirdiği mülkü sapasağlam tutmak, soyadının onurunu korumak onun için her zaman listenin yıldızlı maddeleriydi. Yedi yıl önce olduğu gibi şimdide babasından sonra bir tablosu bile değiştirilmemiş çalışma odasında, masasının başına oturmuştu. Yarım yamalak uykulu ve oldukça adrenalin dolu bir gecenin ardından gözlerinin kızarıklığına ve zihninin bulanıklığına rağmen çalışmalıydı. Öyle de yaptı. 

Aynı dakikalarda Cornwall düşesi Margaret, mürebbiyeyi çocuklarla tanışmak için çay salonunda bırakmış, kendine ait çalışma odasında evin kahyası Marianne ile mürebbiye için hazırlanabilecek uygun bir oda düşünüyorlardı. Düşesin aklında bu genç mürebbiye ile ilgili oldukça soru vardı. Soylu bir hanımın böylesine hayat sürdüğünü bırakın görmeyi, duymamıştı bile. Yanında refakatçisi olmadan bulunması da uygun değildi. Ama tanrı biliyor ya, içten içe kızın çocuklarına iyi geleceğini hissediyordu. Kendinden emin tavrı, soylu oluşuna bile aldırmadan bir mürebbiye olarak başarısı, özellikle de oğluna karşı olan tavrı onun da ilgisini çekiyordu. Ne var ki, mürebbiye de olsa sonuçta genç ve soylu bir hanımdı. Kendi malikanelerinde böylesine yaşamasının uygun olmadığı aşikardı. Ama buraya uzun bir mesafeden gelmişti ve muhtemelen kalacak yeri bile yoktu. Bu kararı çocukların ona olan tavrına göre vermeyi düşündü. Böylesi daha doğru olabilirdi. Biraz oyalandıktan sonra ram çay odasına geçip neler olduğunu öğrenecekken, ikizler kapıyı bile çalmadan itiş kakış içeriye girmişti. " Sanırım bu telaşınızın sebebi yeni mürebbiyeniz olmalı" dedi özlerini ikisi arasında gezdirirken. Paul ve Richard önce hangisinin konuşacağına karar vermek üzere bakışarak küçük bir anlaşma yaptılar. Paul, Richard'dan birkaç dakika önce doğmuş olduğu için, böyle şeyler hep onun başına patlardı. 

"Saygı değer düşesim" diyerek zarif bir reverans yaptı Paul. Bu annesinden bir şey isteyeceği zaman başvurduğu bir kibarlık yöntemiydi. "İzin verirseniz yeni mürebbiyemizle bir an önce çalışmaya başlamak istiyoruz"

Düşes inanamayarak gözlerini kocaman açtı. Mürebbi yerine bir mürebbiyenin ilgilerini çekeceğini tahmin etmişti ama bu tahmin ettiğinden biraz fazlaydı. 

" Bayan Ashley kalbinizi çabucak çalış öğrenme istediğini epey körüklemiş görünüyor. Hiçbir mürebbiye de göremediğim bu davranışları neye borçluyuz çocuklar?"

Paul ve Richard annelerinin aklından geçenleri az çok tahmin ediyorlardı. Ama Bayan Ashley ile yaptıkları kısa konuşma ve küçük anlaşma kesinlikle meraklarını uyandırmıştı. 

" Kesinlikle ona iyi davranacağımıza emin olabilirsin anne, sadece onu sevdik ve bir şans vermek istiyoruz." 

Ne düşes, ne de ikizler bu kadar masum bir bakış açısı olmadığını biliyordu fakat onları reddetmedi. Bayan Ashley'in bu çocuklar üzerinde nasıl bir etki bırakacağını gerçekten merak ediyordu. Çocuklara çıkmalarını ve Bethany'i ona göndermelerini söyledi.

Düşes kahyasıyla birlikte mürebbiye için uygun odayı aramaya koyuldu. Hizmetkarlarla birlikte kalsa, Andrew'den gerçekten uygun uzaklıkta olabilirdi. Fakat o soylu bir hanımdı ve düzgün bir misafir odasını hak ediyordu. Malikanenin sol kanadında kalan- Andrew'in odası sağ kanattaydı- uygun büyüklükte bir misafir odasında karar kılındı. Temizliği diğer misafir odalarıyla birlikte birkaç hafta önce yapıldığı için, iyi durumda sayılırdı ama yinede kullanım için elden geçirilmeliydi. Odaya bakmaya giderken Ashley'nin hem yardımına hem de refakatine bir kız vermenin şu durumda en uygun şey olacağını düşündü ve Bathany'ye Ella'ya isteğini iltmesini tembihledi. Böylece Ashley kendini zora sokacak bir duruma ya da söylentiye maruz kalmamış olurdu. 

Malikanede misafir odasının hazırlığı devam ederken, Ashley çocukların ardından çay salonunda bir başına kalmıştı. Tam burada unutulduğunu düşünüp bir bakmaya ana hole çıkacakken, çay salonunun kapısında yakışıklılığı, çapkınlığı, başarısı, kısacası tüm varlığıyla ünlenmiş Cornwall Dükü Andrew Windson ile karşılaştı. Bu ani karşılaşmanın tepkisi olarak bir an nefesini tuttuğunda, Andrew bunu oldukça yanlış anlamıştı.

"Beni nefesinizi kesecek kadar yakışıklı bulduğunuzu bilmiyordum Lady Ashley" Hoşlanmadığını bildiği için Lady kısmını özellikle vurgulayarak söylemişti. 

Ne var ki Ashley için - ne kadar bir tanrının olabileceği kadar güzel görünse de- şımarık bir dükten fazlası değildi. Yüzleri birbirine olması gerekenden daha yakındı ama dik başlılığı geri çekilmesi ve uzaklaşmasının önünde ki en büyük engeldi. Gözlerini dükün parlak mavi gözlerine dikti. Kıvırcık ve hala ıslak saçları alnına dökülmüş ve gölgesi gözlerine vuruyordu. Yüzüne sanki bir sır verecekmiş gibi muzip bir gülümseme takındı ve dükün kulağına doğru biraz daha yaklaştı.

"İnanın Dük Hazretleri, nefesimi kesecek kadar ilgi çekici olmaktan oldukça uzaksınız" Kısa bir an daha Andrew'in gözlerinin içine baktıktan sonra yavaşça yanından geçerek çay salonundan çıktı. Yüce Dük Hazretlerinin gözlerinde gördüğü o kıvılcım, öfke miydi yoksa hayal kırıklığı mı? Zafer kazanmışçasına gülümsedi. Herkesin ona dibinin düşeceğini sanıyor olmalıydı. Sanması da abes değildi, zira gerçekten her detayı özenle yontulmuş bir heykel gibiydi. 

Dük Andrew, yavaşça gözlerini yumdu. Az önce aşağılanmış mıydı? Yine de bu arsız genç kadının alev rengi saçlarının kokusunu unutmak için epey zamana ihtiyacı olacak gibi duruyordu. 


Ateşi Özgür BırakHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin