Depo

87 6 6
                                    

Karnımda hissettiğim bir acıyla uyandım. Gözlerimi açmaya çalıştım. Ama açamadım. Işık olan bir yerden duruyordum.

En sonunda gözlerimi açtığımda bir depoda olduğumu fark ettim. İki adam deponun kapısından çıkıyorlardı. Ellerim bir direğe kelepçeyle bağlanmıştı. Burası iğrenç kokuyordu. Çenem gıdıklandı, yere kırmızı bir sıvı damladı.

"Yoksa..." diye düşündüm. Bu kan olamazdı, değil mi? Ağzıma yayılan demir tadıyla bütün umutlarım suya düştü. Ağzımdaki kanı tükürdüğümde vücudumdaki yaraları ve morlukları fark ettim.

Olduğum yerde çırpınmaya ve bağırmaya başladım. Daha demin kapıdan çıkan adamlardan biri içeri girdi. "Eğer biraz daha bağırırsan çok kötü şeyler olabilir." diye bir tehdit savurdu.

"Benden ne istiyorsunuz?"

Deponun arka tarafından bir kahkaha geldi. Bir adam önüme kadar geldi bana doğru eğildi ve "Küçük bayanı yalnız bırakalım." dedi ve adamla birlikte depodan çıktı.

İçime ufak bir endişe düştü "Acaba ne yapacaklar?". Ölsem sorun olmaz ama eğer işkence ederlerse!.. İşte bu kötü olur.

Zaten sorunlarım var bu yetmez mi? Neden bütün pislikler beni buluyor? Hayatım zaten yeterince boktan.

Bir süre daha sessizlik oldu. Bir sure diyorum çünkü hiçbir yerde saat ya da telefon gibi şeyler yoktu. Bu sessizlik havayi o kadar ağırlaştırdı ki edileceğimi sandım. Bir yandan sessizliğin bitmesini yani ağırlıgin kalkmasini isterken bir yandan da o adamlardan birini görmek istemiyordum.

Bu sessizlik kulaklarimda önce uğultuya sonra çınlamaya dönüştü. Kafamın içinde "çın çın" sesleri yankılanıyordu. Kafam patlayacak gibi hissediyorum. Bu sesler beni deli ediyor.

Biraz önce arka kapıdan giren adam geri geldi. Telefonda konuşuyordu. Ne konuştuğunu anlamaya çalıştım ama tek anlayabildiğim ona Konda dedikleri. Adam -Konda- biraz daha konuştuktan sonra yanıma geldi.

Birden titredim. Bunun soğuktan mı yoksa adamin bende uyandırdığı his mi olduğunu çözemedim. Her ne kadar kabul etmek istemesem de büyük ihtimalle ikinci seçenek. Konda etrafımda birkaç tur döndü ve "Sen. İhtiyacım olan başka bir psikopat".

"Ben psikopat değilim. " diye bağırmaya başladım. Bunu kabullenemiyorum. "Hayır öylesin. Kabul etmek istemesen due sen busun." dedi ve "Değişmez gerçek " diye fısıldadı.

İtiraz etmem istedim ama kelimeler boğazında düğümlendi. Çünkü içten içe bunun doğru olduğunu biliyorum.

"Psikopatlara neden ihtiyacın var?" diye sordum birden.

"Öğreneceksin."

"Beni nerden buldunuz? Ailem bütün olayları saklamıştı -ya da ben öyle sanıyordum-."

"Ah Katrina..." diye iç geçirdi Konda. "Babanın tanıdıkları varsa benim de var." dedi ve bir sonraki cümlesiyle beni şoka uğrattı. "Aslında seni kaçırmayacaktık. Ama babanın bize borcu var."

Kafamı yere eğdim. Ağlamayacaktım. Konuşmak istedim ama yapamadım. Bırak konuşmayı kıpırdayamıyordum. Kendimi unutmuştum resmen. Bu babamı sevmemle ilgili değil daha çok eziyet çekmekle ilgili.

Ben bütün bunları düşünürken Konda gitmişti. Bunu anca başımı kaldırınca anlayabildim. Sanırım biraz müzik ve uykuya ihtiyacım var. Uyuyabilirim ama müzik dinleyemem. Bu beni daha çok rahatsız ediyor.

Yavaş yavaş ellerimin bağlı olduğu direğe doğru gittim ve direğe yaslandım, gözlerimi kapatıp kendimi beyninde çalan müzikle başbaşa bıraktım yani sessizlikle.

1-2 saat sonra sessizliği bozan bir çığlıkla uyandım. Sonradan fark ettim ki o çığlık benden çıkmıştı.

Kabus görmüştüm. Kabus aynen şöyleydi:

"Konda bana artık benim de onlardan biri olduğumu söylüyor ve bana görev olarak gittiğimiz yerlerdeki insanların dikkatlerini dağıtmam gerektiğini söylüyot.

Görev yerine gittiğimizde göreve başladım. Dikkatleri üzerime çekiyorum. Diğer adamlar işi bitiriyor. Tam beni de alacakları sırada diğer insanlar bıçak çıkarıyor. Konda'nın adamları da beni bırakıp gidiyorlar. Dört kişi beni tutuyor, kıpırdayamıyorum. Bıçaklarla kıyafetlerimi çıkarıyorlar ve iç çamaşırlarımla kalıyorum.

Bıçaklarla her yerime çizik atmaya başlıyorlar. Kan içinde kalıyorum.

Aslında bu kısımda öleceğim için seviniyorum. Ama öyle olmuyor. İnsanlar o yaralara limon suyu ve tuz döküyor sonrada yaralara bez sarıyor.Sonradan beni bırakıyorlar.
Başka bir görev yerinde yine beni bırakıyor Konda'nın adamları. Yara olmayan yerlerine kızgın demirler bastırıyorlar orada.

Görev yerlerinde hep bu işkencelere maruz kalıyorum. Sonra öğreniyorum ki bunları Konda yapıyormuş. Yani beni almamaları için adamlarına emir veriyormuş.

Bunu öğrendiğimde çok sinirleniyorum. Onun odasına gitmek istiyorum. Korumalar izin vermiyor ama ben zorla giriyorum Konda'nın odasına.

Odasına girdiğimde bana kızıyor. Ben her şeyi biliyorum diyorum. Ona tehditler savuruyorum. O da parmaklarını şıklatıyor. Korumalar gelip beni tutuyorlar ve bir sandalyeye bağlıyorlar. Ve beni gizli bir yere götürüyorlar.

Her saat başı gelip on beş tane tokat, iki tabe yumruk bir tane de tekme atıp gidiyorlar. Bu iki gün devam ediyor. Her seferinde canım daha çok yanıyordu. İçimden bir şeyler kopuyormuş gibi hissediyorum.".

Tam bu kısımda çığlıkla uyandım. Hayatımda en korktuğum şey başıma geliyordu. Çok korkunçtu. Hıçkırmaya başladım. En başta gördüğüm adamlardan biri bana su getirdi. Bende içtim. Gerçi o içirdi de neyse. Sonra gitti. Ne olduğunu bile sormadı. Neden sormasını bekliyorsam !?!

Birden içimde bir nefret hissettim. Bu Konda'ya, o çocuğa-beni kovalayan- ve kendimeydi. Konda ve çocuğa olan nefret tamam da neden kendime karşı da bir nefretim vardı? Birden kafama dank etti. İntihar etmeyi bile başaramayan bir beceriksizdim ben. Sakat kalmaktan korktuğum için bina tepesinden atlamadım, boynumu kırmaya çalışmadım. Halbuki bunları yapabilirdim. Bunkarı yapıp hayatta kalan yok sonuçta. İnsanlar 3. katta düşünce ölüyorlar da ben 14. kattan atlayıp sakat mı kalcağım!

Bunları düşündükçe sinirlerim bozuluyor. Nefret bedenimi ele geçiriyor. Yine nefret bedenime hükmeteye başladı. Bir anda sanki zincirleri koparabilirmişim gibi asılıyorum onlara; iplerden kurtulmaya çalışıyor, bağırıp duruyordum.

Kimse yanıma gelmeyince daha çok sinirim bozuldu. Madem umrunuzda değilim öldürün beni. Benim yaşamaya hakkım yok. Bu hakkı doğduğum anda kaybettim ben. Ölü doğan insanlardanım.

Zincirlere tekrar asıldım, tekrar, tekrar. En sonunda bir çıt sesi geldi ve bunun dışarıdan gelmediğine adım gibi eminim. Zincerlere bir şey olmadığını da biliyorum. Sağ elimi oynatmayı denedim, rahat bir şekilde oynuyordu. Sol elimi hareket ettirmeye çalıştığım anda bileğimde çok şiddetli bir ağrı hissettim. Ağrı eşiğim çok fazla olduğu için bu biraz garipti. Bu ağrıyla birlikte o nefret de vücudumu terk etti.

"Kimse yok mu?" diye bağırmaya başladım. Kapıdan Konda girdi ve " Bu ne ya? Herkesi huzursuz ettin." dedi ve bir tokat patlattı. Anın şokuyla 20-25 saniye kadar konuşamadım. İçimde tekrar gün yüzüne çıkan öfkemle bağırdı " Boşuna bağırmıyoruz herhalde. İlk çığlık kabus gördüğüm içinidi. İkincisi ise zincirlerden kurtulmaya çalışırken kolumu kırdığım içindi." dedim ve "Ayrıca en ne hakla bana tokat atıyorsun. Ben senin ne kızınım ne de başka bir şeyinim. Bunu bana yapamazsın." diye sözlerime- ve tabii ki bağırmaya- son verdim.

"Doğru. Sen benim bir şeyim değilsin. Bunu yapmamalıydım." dedi beni şaşırtarak. Ben daha çok bir kızgınlık falan bekliyordum. "Senin benimle bir bağlantın yok. Henüz."

Henüz kelimesinin anlamını çözememiştim. Ha dur şimdi hatırladım. Beni yanında çalıştırmak istiyordu.

"Doktoru çağırın!" diye bağırdı ve beni düşünce dünyamdan ayırdı. Ama benim düşündüğüm kolum değil bana ne yapacağıydı.

Başka Bir PsikopatHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin