"Yaptığım şeye bak ya!" sinirle elimde ki tepsiyi daha sıkı kavradığımda çaprazda ki villanın bahçesine girmiştim.
Topuklarımı yere vura vura çimenli yolu geçtiğimde dudaklarım yapmacık bir gülümseme ile kıvrılmış, saçlarım ince rüzgarın etkisiyle geriye savrulmuştu.
Bir elimi tepsiden çekip zile bastığımda içimden Jimin'e sövmeyi de ihmal etmiyordum. Bütün bu saçmalıklar onun başının altından çıkıyordu hep.
Kapı yavaşca aralandığında gülümsememi büyütmüş ve kocaman adımlarla içeriye adeta dalmıştım. Çünkü beni içeri almama olasılığı alma olasılığından daha yüksekti.
"Günaydın!" son harfi uzatarak neşeli bir şekilde bağırdım ve kendimden emin adımlarla mutfağa doğru ilerledim.
Evin düzeni tıpatıp bizimkine benzediğinden mutfağı kolayca bulabilmiştim.
"Sen benim başıma bela mısın?" uykulu sesiyle arkamdan geldiğinde üstünden bir şey olmadığını yeni farkediyordum.
Gözlerim karın kaslarının üzerinde ki yonca dövmesine takıldığında silikce gülümsedim.
"Dövmen güzelmiş," dedim ve devam ettim. "Üstüne bir şey giysen iyi olur yoksa karın kaslarına bakmaya devam ederim."
Arsızca göz kırpıp kıkırdadığımda gözlerini devirmişti. "Bu ne?" parmağıyla onun için hazırladığım kahvaltıyı gösterip önünde ki sandalyeye oturdu.
"Biz kahvaltı diyoruz buna." kendimi tutamayıp alayla konuştuğumda hatamı anlamamla birlikte dudağım ince bir çizgi halini almıştı. "Yani, kahvaltı işte tadına baksana."
Tepsiyi hafifçe önüne ittirdiğimde kollarını çıplak göğsüne sarmıştı. "Sen bu eve izinsiz girmeyi rutin haline mi getirdin?"
"İzinsiz girmedim." dedim gülümsememi sürdürürken. "Kapıyı girmem için açtın ve bende girdim."
Beni umursamadan çatalla omleti parçaladığında büyük parçayı ağzıma uzatmıştı. Ne var dercesine baktığımda omleti dudaklarıma yapıştırmış ve ağzımın içine tıkıştırmıştı.
"İçinde zehir var mı diye kontrol ettim." ben lokmamı bitirdikten sonra omlete döndüğünde yarısını bölüp küçücük ağzına sıkıştırmıştı.
Gözlerimi devirip ellerimi eteğimin cebine soktuğumda yavaş adımlarla mutfağın dışına ilerlemiştim. "Bu sitemize hoşgeldin kahvaltısıydı, sende getirirsin ödeşiriz."
-
"Sizi aptallar!" elimde ki kahve bardağını fırlatırcasına masaya bıraktığımda bir türlü karşımda ki ikiliye olan sinirim geçmiyordu.
"Biraz sakin olur musun?" Jimin gevşekce koltukta yayıldığında kollarımı belime dolamıştım.
"Olamam." dedim dudaklarımı büzerken. "Bir gece sürecekti hani, nereden çıktı bir ay?"
Aslında sinirim karşımda pişmiş kelle gibi sırıtıp planı bir ay daha uzatan Jimin'e değildi. Kalbimi yerinden söküp çıkaracak şehvetle beni öpen ve şimdi hiçbir şey olmamış gibi benimle iş arkadaşı gibi konuşan Jungkook'aydı.
"Kahvaltısını götürdün mü?" Jungkook ellerini birbirine kenetleyip konuştuğunda gözlerimi devirdim.
"Götürdüm, bi' kahvaltı hazırlamadığım kalmıştı." daima çatık olan kaşlarımı havaya kaldırıp alayla mırıldanmıştım. "Onu da yaptım."
"Roseanne, kimse seni zorlamadı." Jimin yüzünü buruşturup ayağa kalktığında o an anlamıştım. Odamı terketmezse yeni yaptırdığım ve oldukça uzun olan tırnaklarımı yüzüne batıracaktım.
"Seni ahmak!" elime geçen ilk not defterini sırtına fırlattığımda irkilmiş ve koşar adımlarla kapıya ilerlemişti. "Roseanne seni siksin!"
O koşarak odadan çıktığında Jungkook'un şaşkın bakışlarını üzerimde hissedebiliyordum. Hanım hanımcık kız profilim de bir yere kadardı.
"Ne bakıyorsun?" sinirle ona da bağırdığımda oturduğum koltukta dikleştim, boynumu terleten saçlarımı tepeden bir topuz yaptım ve derin nefesler alarak arkama yaslandım.
"Ne bu sinir?" kollarını masama yaslayıp gülümsediğinde gözlerimi üzerinde fazla oyalamamıştım. "Yine kim sinirlendirdi seni?"
"Sinirli değilim." gayet sakin bir şekilde konuştuğumda oturduğu yerden kalkmış ve masamın etrafından dolanarak sandalyemin arkasına gelmişti.
Kemikli parmakları ince askılı zaten elbisemin açık bıraktığı omuzlarıma çıktığında yutkunmayı dahi becerememiştim. Üzerimde ki etkisi küçümsenemeyecek derecedeydi.
Zarifçe parmaklarını hareket ettirdiğinde gözlerim benden bağımsız kapanmış omuzlarım dikleşmişti. "Rahatla Chaeyoung," dedi kulağımın hemen arkasına fısıldarken. "Akışına bırak."
Ellerimi hareket eden ellerinin üzerine yerleştirdiğimde duraksadı. "Yapma." bir fısıltı gibi çıkan sesim odanın duvarları arasında büyüyüp tek tek üzerime çarpmıştı.
Yavaşça geri çekildiğinde parmakları tenime sürtünmüş, elbisemin askısının omzuma düşmesine sebebiyet vermişti.
"İki gece seni misafir edeceğim." az önce ki flörtöz hallerinin aksine daha ciddi bir ifadeyle karşıma geçtiğinde gözlerini düşen askımdan çekmiyordu. Belki de çekemiyordu ki parlayan gözlerinde o şehvet ve özlemi hissedebiliyordum. Birbirimize dokunmayı deli gibi istiyorduk. Eh, tabii. Miyeon'da cabasıydı.
"Hayal dünyanda neler kurmuşsun öyle." delirten bir yavaşlıkla askımı düzelttiğimde dilini dudaklarının üzerine gezdirip silkelenircesine kafasını sağa sola sallamıştı.
"Annenler evde yok," dediğinde bunu kendi isteğiyle değil, bizi bir araya getirmeye çalışan iki insanın zoruyla olduğunu anladım. "Ve annen anneme bende kalman gerektiğini, başka kimsede kalamayacağını söyledi."
"İyi." dünden razıymış gibi gülümsediğimde şaşırsada bir şey dememişti. "Fakat önce sevgili komşuma uğrayıp onda bıraktığım tepsimi almalıyım."
Gömleğinin kolları patlayacakmış gibi daraldığında kendini sıktığını farketmiştim. "Başka tepsiniz yok mu? Senin baban bir milyarder. Git yenisini al."
"Yok." dedim kollarımı göğsümün hemen altında birleştirirken. "Tasarım şirketi burası, tepsi mi basıyoruz dakika başı?"
"Ne alakası var?" aniden yükselip bağırdığında birkaç adımda yanıma gelmiş ve önümde ki kaynar kahveyi tek dikişte bitirmişti. "Ananı sikim!"
Telaşla yerimden kalktığımda odanın köşesinde ki mini dolaptan birkaç kalıp buz çıkardım ve hızlı adımlarla yanına geri döndüm.
"Ya sen aptal mısın? Neden sormadan içiyorsun?" bana ters bir bakış atıp dudaklarını avcuma yaklaştırdığında buz parçalarını ağzına almıştı.
"Bir anda hararetlendim." elini yelpaze yapıp sallamaya başladı.
"O hararetin adı acaba Min Yoongi ve tepsi mi?" bu dediğime karşı dilini dışarı çıkarıp derin nefesler aldığında buzlar kayarak yere düşmüştü. Bu saçma hareketine kıkırdayıp yavaşça parmak uçlarımda yükseldim ve üflemeye başladım.
"Geçiyor mu?" biraz duraksayıp konuştuğumda acı içerisinde kafasını olumsuz anlamda sallamış ve kapıya yönelmişti.
"Gidip kafamı dondurma kutusuna sokacağım."
-
ŞİMDİ OKUDUĞUN
𝘄𝗶𝗻𝘁𝗲𝗿 𝗯𝗲𝗮𝗿 ღ 𝒓𝒐𝒔𝒆𝒌𝒐𝒐𝒌
FanfictionJeon Jungkook ailesine en büyük darbeyi nesil zincirini durdurarak yapmıştı. Kısır bir kadınla evlenmişti. Bir şeytandan daha kötü olan annesi ise yurtdışından yeni gelen Roseanne'i oğlunun aklına sokmak için elinden geleni yapacaktı. Lakin hesaba k...