Eşek, Öküz ve Çiftçinin Öyküsü

69 3 0
                                    

Bil ki kızım, bir zamanlar büyük zenginlikleri ve sürü hayvanları olan bir tacir varmış. Bu tacir evliymiş, çocuk sahibiymiş. Yüce Tanrı ona kuşların ve hayvanların dilinden anlama yeteneği de vermiş. Bu tacirin ev yeri, nehir kıyısında verimli bir toprakmış ve çiftliğinde bir eşek ile bir öküz varmış.
Bir gün öküz, eşeğin bulunduğu ahıra gelmiş; burasını süpürülmüş, sulanmış bulmuş: yemlikte iyice harman edilmiş arpa ve elekten geçirilmiş saman varmış; eşek de yan gelip yatmaktaymış. Çünkü, çiftçi arada bir, gerektikçe küçük bîr gezinti için onu kullanır; bundan sonra eşek hemen ahıra dönüp rahatına bakarmış. İşte o gün, çiftçi, öküzün eşeğe, “Keyfince yemini yemeye bak! Sağlık olsun, yarasın ve de hazmın kolay olsun! Bense, sen dinlenirken, yorgunluktan ölüyorum. Sen harmanlanmış arpa yiyorsun, önüne getiriyorlar; ve bazen efendi üzerine binse de, çabucak seni geri getiriyor. Bana gelince, sadece çift sürmeye ve dolap çevirmeye yarıyorum!” dediğini duymuş. Eşek de ona diyormuş ki, “Seni tarlaya çıkarıp boyunduruğu boynuna takarlarken, kendini yere at, hiç ayağa kalkma! Alıp ahıra götürdüklerinde, yemek için verdikleri baklaya, sanki hastaymışsın gibi, dokunma! Bir, iki, hatta üç gün yiyip içmekten kendini alıkoy! Böylece yorgunluktan ve de çalışmaktan kurtulursun!”
Oysa sahipleri, oracıkta, onların konuşmalarını dinliyormuş.
Ahırdan sorumlu yanaşma gelip de yem vermek için öküze yaklaşınca, onun çok az yediğini görmüş; ve de ertesi sabah çifte koşmak isteyince, onu keyifsiz bulmuş. Bunun üzerine çiftçi yanaşmaya, “Eşeği al ve bütün gün öküz yerine onu çifte koş!” demiş. Yanaşma da öküz yerine eşeği işe koşup bütün gün çalıştırmış.
Günün sonunda eşek ahıra dönünce, öküz ona, yaptığı iyilik ve bütün gün sayesinde dinlendiği için teşekkür etmiş. Eşek hiç yanıt vermemiş ve yaptığından büyük pişmanlık duymuş.
Ertesi gün saban-sürücü gelmiş ve eşeği götürüp gün batıncaya kadar yeniden çalıştırmış. Eşek, boynu soyulmuş, yorgunluktan bitkin bir halde gelmiş. Öküz, onu bu durumda görünce, coşkuyla ona şükranlarını sunmaya ve övgüyle onurlandırmaya başlamış. Eşek, o zaman, ona demiş ki: “Bundan önceki günler ne rahattım, rahatlıktan nasibimi alıp duruyordum.” Sonra da eklemiş: “Bununla birlikte, sana iyi bir nasihatte bulunmakta yarar görmekteyim. Efendimizi yanaşmalara şöyle derken duydum: 'Öküz yarın da yerinden kalkmazsa, onu kasaba verin! Kesin, derisinden masaya örtü yapın!' Senin adına korktum, sağlığından endişe ettim.”
Öküz, eşeğin bu sözlerini işitince, ona teşekkür etmiş ve demiş ki, “Yarın onlarla gider, canla başla çalışırım”; ve hemen yeminin tümünü yemiş, hatta yem kabının dibini diliyle yalamış.
Bütün bunlar olup bitmiş ve sahipleri de bu sözleri duymuş.
Ertesi gün, gün doğunca tacir, eşiyle birlikte öküz ve ineklerin bulunduğu ahıra gitmiş; oturup izlemişler. Biraz sonra yanaşma gelip öküzü dışarı çıkarmış. Öküz efendisini görünce kuyruğunu sallamaya, gürültüyle yellenmeye ve her yöne çılgınca koşmaya başlamış. Bunu gören çiftçi öylesine bir gülme nöbetine tutulmuş ki, sırtüstü düşmüş. Karısı sormuş “Ne gülüyorsun, sen?” diyerek... O da, “Görüp işittiğim bir şeyden ötürü. Bunu ölümü göze almadan sana açıklayamam!” demiş. Kadın, “Bunu bana kesinlikle açıklaman gerek! Gülüşünün nedeni nedir? Ölsen bile söylemelisin!” diyence, kocası, “Ölümden korktuğum için bunu sana açıklayamam!” demiş. Kadınsa, “Öyleyse sen bana gülüyorsun” diye tutturmuş; ve de onunla çekişmekten ve inatla sözünü sürdürerek canını sıkmaktan vazgeçmemiş. Sonunda adam büyük bir şaşkınlığa düşmüş. Çocuklarını yanına çağırtmış; kadıya ve tanıdıklara da haber salmış. Karısına sırrını açıp ölmeden önce, vasiyetnamesini hazırlatmak istemiş; çünkü karısını, amcasının kızı ve çocuklarının anası olduğundan büyük bir aşkla severmiş; bir de onunla yirmi yıldır birlikte yaşamış imiş. Dahası, karısının yakınlarını, mahalledeki komşuları da çağırtmış; onlara tüm öyküyü ve sırrını açıklar açıklamaz öleceğini söylemiş. Orada bulunan herkes kadına, “Allah aşkına! Israrından vazgeç, yoksa kocan, çocuklarının babası ölecek!” demiş. Ama kadın onlara, “Bana sırrını açıklamadan yakasını bırakmam, ölürse ölsün!” demiş. Bunun üzerine konuşmaktan vazgeçmişler. Çiftçi de yanlarından ayrılmış, ahırdan yana yönelmiş; bahçede ilkin abdest alıp sonra dönerek iki rekât namaz kılıp sırrını söyleyecek ve ölecekmiş.
Çiftçinin elli tavuğu doyuracak güçte yiğit bir horozu ve bir köpeği varmış. Çiftçi, köpeğin, tavuklara çullanan horoza seslenip onu azarlayarak, “Efendimiz ölüme giderken böylesine keyiflenmekten utanmıyor musun?” dediğini duymuş. Bunun üzerine horoz köpeğe sormuş: “Nasıl oluyor bu?” diye... O zaman köpek, öyküyü tekrarlamış; horoz da ona, “Allah, Allah! Efendimizde hiç akıl yok mu? Benim elli karım var. Birini hoş tutar, öbürünü azarlar, idare eder giderim; onun bir tek karısı var, onu bile nasıl yöneteceğini bilmiyor. Oysa çözüm çok basit: Dut ağacından birkaç dal kessin, birden yatak odasına dalsın ve ölünceye ya da pişman olup özür dileyinceye kadar karısını dövsün! Bundan sonra hiç can sıkacak sorular sormaz!” demiş. Çiftçi, köpekle konuşan horozun söylediklerini işitince kafasında şimşek çakmış ve karısını dövmeye karar vermiş. Vezir burada öyküsünü kesip kızı Şehrazat'a, “Ben de sana çiftçinin karısına yaptığını yapsam yeridir!” demiş. Kızı, “Ne yapmış?” diye sorunca, vezir sözünü şöyle sürdürmüş:
Çiftçi karısının yatak odasına girmiş; kestiği birkaç dut dalını orada bir yerlere sakladıktan sonra, ona seslenerek, “Sırrımı söyleyebilmem için yatak odasına gel! Hiç kimse beni görmesin! Sonra da öleyim!” demiş. Karısı onunla odaya girmiş; çiftçi ikisine özgü odanın kapısını kapayıp karısına, gittikçe şiddetini artırarak bayıltıncaya kadar sopa çekmiş; sonunda kadın, “Pişman oldum! Pişman oldum!” demiş. Sonra da kocasının iki elini, iki ayağını öpmeye başlamış ve gerçekten pişman olmuş; ve de onunla birlikte dışarı çıkmış. İki tarafın yakınları da dahil, tüm orada bulunanlar, aralarının düzeldiğini görerek sevinmişler; ve herkes ölünceye kadar mutlu ve bahtlarından memnun yaşamışlar.
Babasının anlattıklarını dinledikten sonra Şehrazat demiş ki: “Babacığım, her şeye karşın, dilediğimi yerine getirmeni istiyorum!” O zaman vezir, daha fazla ısrar etmeden, kızı Şehrazat'ın çeyizini hazırlamış, sonra meseleyi Şah Şehriyar'a açmaya gitmiş.
Bu sırada, Şehrazat, küçük kardeşine yapacaklarını öğretip ona “Şahın yanında olduğum sırada, seni çağırtacağım; geldiğin ve şahın benimle işinin bittiğini anladığın zaman, bana: 'Ablacığım, bana o harika öykülerinden birini anlat da geceyi hoşça geçirelim!' de! Bunun üzerine, sana anlatmaya başlayacağım öyküler, eğer Allah isterse, müslimin kızlarının kurtuluşunun nedeni olacaktır” demiş.
Bunu izleyerek vezir kızını almaya gelmiş ve onunla birlikte şahın huzuruna çıkmış. Şah memnun olmuş ve vezire, “Gereken her şey hazır mı?” diye sormuş. Vezir saygıyla, “Evet” demiş.
Fakat şah, genç kıza sahip olmak isteyince kız ağlamaya başlamış. Şah ona, “Neyin var?” diye sorunca; kız da “Şahım! Bir kızkardeşim var. Ona veda etmek isterdim” demiş. Şahın arattığı kızkardeşi gelince, Şehrazat'ın boynuna sarılmış; ve yatağın ayak ucuna sokulup kalmış,
O zaman Şah, ayağa kalkmış ve bakire Şehrazat'a sahip olarak kızlığını gidermiş.
Sonra konuşmalar başlamış.
Dünyazat, Şehrazat'a demiş ki: “Tanrı seninle olsun! Ablacığım, geceyi hoşça geçirmemiz için bize bir masal anlatsana!” Şehrazat, “Bütün kalbimle ve yerine getirilmesini görev bilerek! Ancak yüce ve soylu şahımız izin verirlerse” diye yanıt vermiş. Şah bu sözleri duyunca, zaten uykusu da kaçtığından, Şehrazat'ın masalını dinlemekten tedirginlik duymamış.
Ve Şehrazat, bu ilk gecede, aşağıdaki masalı anlatmış:

İŞTE BİN BİR GECE MASALLARI BURDA BAŞLIYOR

Bin Bir Gece Masalları 1Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin