•Bölüm Bir•

363 11 20
                                    

Sabahın erken saatlerinde, Horozlar bile daha ötmeden Kasaba Pazarı yine kurulmuştu. Müşteriler satıcılarla ortak bir fiyat bulmak için çatışırken uykulu çocuklar anne ve babalarının ellerini çekiştirip onları şeker ve oyuncak almaları için zor duruma sokuyordu. İşte tam o sırada garip pelerinli büyük şapkalı, kalabalığı bıçak gibi keserek insanlara ve canavara çarpmamaya çalışarak hızlıca koşan o kişi çıka geldi

Şapkası gece gökyüzüsü gibi karanlıktı ve nerdeyse bir tepsi kadar büyüktü pelerini'de tıpkı şapkası gibi simsiyahtı hızlıca koşarken pelerinin ucu toprağa ve çamurlu yola değerek  gitgide kirleniyordu
Koyu kahverengi botları dizi kapağına kadar geliyordu, botundaki bazı bağacıklar açılmıştı ve yerde sütünüyorlardı fakat garip bir şekilde pelerinin aksine oldukça temizdi. Yüzünü görmek oldukça zordu çünkü ağzının büyük bir kısmını kaplayan bir kumaş parçası takmıştı gözleri açıkta kalmıştı fakat o kadar hızlıydı ki bırak dikkatlice bakmayı, azıcık bakmak bile aldukça zordu. Ellerinde kestane renginde eldivenler vardı, belki ilk bakışta anlaşılmazdı fakat eldivenleri ceylan derisinden yapılmaydı, hayvan derisinden yapılma eşyaları o zamanlarda almak için ya Soylu yâ da Zengin olmalısın fakat bu gencin hızlı koşması birine çarpınca özür dilemesi ve çamura basmaktan korkmayan davranışları buraların zenginleri veya soylularından biri olmadığını oldukça belli ediyor, pantolonu ve kolsuz kazağının içine giydiği beyaz gömlek'de özel terzi yapımı görünüyordu.

Genç hızlıca insanları yararak geçerken bir taraftan da arkasına bakıyordu, sanki biri veya birileri onu kovalıyormuş gibi ama kimse hırsız var diye bağırmamıştı ayrıca böyle giyinen birininden hırsızlık yapmasınıda bekleyemezsiniz. İşte yine arkasına baktığında bu sefer rahatlamış görünüyordu hala koşmaya devam ediyordu fakat gitgide yavaşlamaya başlamıştı ve sonunda koşmayı bıraktı ellerini diz kapaklarının üzerine sabitledi ve nefesini düzenlemeye çalıştı ardından sesizce kıkırdadı :

"Heh   heh-eh  h-eh-eh, ahhh çok yoruldum ama deydi, artık beni hayatta bulamaz, istediğim gibi gezebilirim"

Dik bir şekilde durdu ve pazara göz gezdirdi genç

"Acaba ilk önce nereye gitsem ah belki-"

Daha sözünü tamamlayamadan yere düştü
Başını toprağa çarpınca ağazından küçük bir inilti çıktı biraz yerde yattıktan sonra oturur pozisyona geçerek kendisine çarpan kişiye baktı, "Bir iskelet canavarı!" İçinden geçirdi siyah pelerinli genç. kendisine çarpan canavar bir anda yerden doğruldu ve iyi giyinimli gencin gözlerine baktı ve bir süre öyle kaldı ardından kendini toplayarak önünde eğildi

"Çok çok özür dilerim  b-ben sadece gittiğim yere bakmıyordum, je te frappe pour très très très Désolé "
(Sana çarptığım için çok çok çok, üzgünüm)

Delikanlı ellerini hayır anlamında salladı ve ayağa kalktı ardından  elini ona doğrultarak kalkmasına yardım etmeye çalıştı, diyer iskelet önce çekindi fakat ardından kabul etti ve ayağa kalktı ellerini çaprazlayarak üzerindeki toprağı silkeledi, tam bir şey demek üzereydi ki ondan daha kısa olan iyi giyinimli genç önce davrandı:

"Asıl ben üzgünüm, buraları pek bilmiyorum ve benimde önüme baktığım pek söylenemez, Oh bu arada Fransız'sın değil mi? Çok müthiş bir şey, İsmin ne?, Fransa'dan mı geliyorsun?, burda ne işin var?, yüzündeki leke doğum lekesi mi?, Ben sadece biraz Fransızca konuşabiliyorum!, ama sanırım bana 'üzgünüm' dedin değil mi?, keşke babam ve Celeste 'de bunu görseydi,  ne dediğini anladığım için benimle gurur duyarlardı!"

Dolunay Gökyüzüne Çıktığında...Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin