'
'
'
Sabah serinliğinin teninde oluşturduğu ürperti hissi yavaşça gözlerini kırpıştırmasına neden oldu. Göz kapaklarının ardında gözleri hareket ediyordu. Ama hâlâ tam olarak uyanmış değildi.Felaket bir baş ağrısı hissetti. O kadar feciydi ki gözleri kapalıyken bile başı dönmüştü. Yatakta biraz kıpırdandı ve çarşafların arasından buram buram duyumsadığı kokuya yaklaşmaya çalıştı. Burnunu neredeyse bütün yatak boyunca sürüyerek tamamen sol tarafa kaydı ve kokuyu daha fazla alabilmek için çabaladı. Tatlı bir şeydi.
Henüz ayılmamış ağrıyan kafasıyla biraz daha derince soludu. Nefesini her içine çekişinde ağrı azalıyor gibi hissetti. Neydi bu? Vanilya? Hayır, hayır değil. Tarçın mı? Kesinlikle değildi.
Şeftali?
Evet, kesinlikle şeftaliydi. Tatlı, olgun, sulu bir şeftali. Hatta belki de bir şeftali bahçesi. Kesinlikle bir şeftali bahçesine düşmüş olmalıydı. Kafasını reflesk olarak yatağa daha çok bastırırken istemsizce inler gibi bir ses çıkardı. Bu kaşlarını çatmasına sebep oldu. Bu hareketi başındaki ağrıyı artırınca kaşları daha çok çatıldı ve sonunda gözlerini aralayabildi.
Nerede olduğunu anlayabilmek adına etrafına şöyle bir bakındı. Daha önce kalmadığı bir odaydı ama eşyalardan ve komodinin üzerinde duran peçetelikleti amblemden Seokjin'in aile yadigârı otelinde olduğunu anlayabildi. Ve çıplaktı.
Hızla doğruldu. Gerçekten çıplaktı. Neler olduğunu hatırlayabilmek umuduyla şakaklarını ovdu. Hayır. Tek hatırladığı hyunglarını dinlemeyerek deli gibi içtiğiydi. Sonrası tamamen boşluktu. Hiçbir şey hatırlayamıyordu.
Bir şeyler ararcasına yorganı kaldırıp altına bakındı. Yastığı kaldırıp eliyle altını yokladı. Saçlarını ve yüzünü sıvazladı. Ne aradığını bile bilmiyordu. Sadece koku vardı. Mükemmel derecede tatlı şeftali kokusu. Alfa içgüdüleri çoktan kokunun bir omegaya ait olduğunu fark etmişti. Ve çarşaflar kırış kırıştı. Sanki biri gece boyu yatakta tepinmiş gibi gözüküyordu.
Sonra birden farkına vardı.
Siktir siktir siktir.
Bakışları çıplak bedeni ve yatağın boş tarafı arasında gidip geliyordu. Avucunu alnına vurdu. Hâlâ hiçbir şey hatırlayamıyordu ama ipuçları gayet netti. Buraya bir omegayla gelmiş olmalıydı.
Bir şeyler yapmak için.
Normalde yapmayacağı tarzda şeyler.
Alfa kimliğini alalı neredeyse altı yıl kadar olmuştu. Ama o diğerleri gibi olmaktan hep kaçınmıştı. Jeon Jungkook; sert, acımasız, tek derdi kendini tatmin etmek olan, omegaları zevk için kullanıp sonra değersiz bir eşya gibi kenara atan alfalardan değildi. Sırf canı istedi, kurdunun zevkle dişleri kaşındı diye karşısında güç yetiremeyen omegaları mühürleyecek biri değildi. Aksine çoğu kişinin hayret edeceği kadar yumuşak biriydi. Bir alfadan beklenemeyecek kadar duygusaldı. Bu sebeple çoğu zaman diğer kurtlar arasında alay konusu olurdu. Alfa olduğuna inananamazlardı.
Umurunda değildi. Neredeyse statüsünden nefret ediyordu. Ona bahşedilen bu güçten iğreniyor, değiştirebilmeyi hayal ediyordu. İmkansızdı elbette. O da kendisine söz vermişti. Diğerleri gibi olmayacaktı. Hormonlarına yenilmeyecek, kimsenin canını yakmayacaktı. Altı yıldır bunu başarmıştı da. Ama şimdi...
Başından aşşağı kaynar sular dökülmüş gibi hissetti. Gözleri doluyordu. Bakışları yatağın sağındaki dolabın kapaklarında bütün yatağı gösteren büyük aynaya takıldı. Yansımasına koca bir hayal kırıklığıyla baktı. Kendisine yumruk atmak istedi. Yansımasının gerçekten karşısında bir bedene dönüştüğünü ve onu deli gibi yumrukladığını hayal etti.

ŞİMDİ OKUDUĞUN
VODKA à la PêCHE -jikook-
Fanfiction... Bacakları birbirine dolanıp bedenleri bir bütün haline geliyor, tutkulu öpücüklerine devam ettikleri sırada bir kelebek cümbüşü kalpleri arasında yol alıyor; mor renkli elektrik dalgaları Jimin'in korsesini aşıp çıplak teniyle buluşan alfanın pa...