{8}

4.4K 460 378
                                    

,
,
,

,,,

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.

,
,
,

Ayın ve yıldızların dahi görünmez olduğu zifiri bir karanlıkta, sık ağaçların arasında, kaygan toprağa aldırış etmeden yürüyordu. Adımları, ayaklarında tonlarca yük varmışçasına yavaş; bedeni dik duramayacak kadar sarhoştu. Çıplak vücudu çamurlu toprak yüzünden kirlenmiş, tırnak araları pislikle dolmuş, omuzları diken yaralarıyla sarılmışken tek yaptığı kalbindeki tüm ümitsizlikle ilerlemeye devam etmekti. Bir adım önünde ne olduğunu görmeden ve artık alıştığı yaralara eklenen yenilerine tepki göstermeden... Ölmüştü belki de.

Bilmiyordu. Ne yaptığını? Neden yola çıktığını? Nereye gittiğini? Ve en önemlisi; nerede olmak istediğini? Hakikaten, nerede olmak isterdi? Tam o an zaman dursa, her şey olduğu gibi donsa üşümüş bedenini hangi çatının altında ısıtmak isterdi? Ölmek üzere olan bu bedenin içinde can çekişen ruhunu hangi sıcak yuva huzura kavuşturabilir, buzdan duvarlarını hangi ateş ısıtabilirdi?

Gözlerinin bulanıklaştığını fark ettiğinde ellerinin kirli olmasını umursamadan avuçlarını yüzüne bastırdı. Parmak uçlarına değen ıslaklığın ne olduğundan emin değildi. Gözyaşı mıydı?

Aniden bir ses duydu. Çok yakınından gelmişti. Karnına yayılan bütün o karamsar hislerin arasına endişe tohumları karışıyordu şimdi. Sonra hızlı bir rüzgâr dalgası, sarısı solmuş saçlarını uçurup sersefil bedenini titretti.

Ve bir çığlık. Küçük bir kızın yürek hoplatan çığlığı, karanlık ormanın bütün görünmeyen köşelerinde yankılandı. İşte o anda vazgeçmeden yürüdüğü çamurlu yolda öylece durdu. Korkuyla gözlerini kapatıp birkaç kere derince soluklandı. Ama nedense nefesleri giderek daha da hızlanan kalbine ayak uydurarak sıklaşmıştı. Bu sefer gözyaşı olduğunu hemen anladığı damlalar, izinsizce göz pınarlarını doldurmuştu.

Koşmak ve ne olduğunu bilmediği, sadece hisleriyle kavrayabildiği bu garip şeyden kaçmak istiyordu. Ama sanki olduğu yere zincirlenmiş gibi bir adım atacak gücü yoktu. Öylece durup ne yapacağını bilmez halde beklemeye devam ettiği sırada güçlü bir nefes sesi işitti. Tam önünden gelen bu nefesin iğrenç kokusu, devasa bir şeye ait olabilecek şekilde güçlüydü. Sivri dişlerin, büyük pençelerin ve onu yutmak gayesiyle heyecanla açılan geniş ağzın farkına varmak için gözlerini açmasına gerek yoktu.

Çocuklar kıkırdıyordu bir yerlerde. Belki de ormanın derinliklerindeydi. Mutlu kıkırdamalar değildi bunlar. Öyle olmasını ne çok isterdi. Canının kıyısında dolanırken ufacık tatlı bir ses belki bir şeyleri dindirirdi.

Yine de ölmek için hazır hissediyordu. Sanki o an orada, o ıssız yerde ruhunu teslim etse hiçbir şey değişmezdi. Sonunda huzurlu hisseder miydi? Belki o da olurdu. Sonuçta yük değil miydi ruhu bedenine. Emaneti teslim etmek huzur verici olsa gerekti. Amacı olmayan, boş bir hayat sadece daha fazla karanlık getiriyordu. Bunu deneyimlemişti, değil mi?

VODKA à la PêCHE  -jikook-Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin