...
Bacakları birbirine dolanıp bedenleri bir bütün haline geliyor, tutkulu öpücüklerine devam ettikleri sırada bir kelebek cümbüşü kalpleri arasında yol alıyor; mor renkli elektrik dalgaları Jimin'in korsesini aşıp çıplak teniyle buluşan alfanın pa...
Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.
' ' ' '
Büyümek zordu.
Çocukluktan gençliğe adım atmak...
Çocukken etrafını saran sis bulutunu aralayıp hayatın gerçek yüzüyle tanışmak, herkes için değil belki ama Jimin için çok zorlu olmuştu.
Toz pembe bir hayata doğmamıştı Jimin. Her akşam elindeki sıcacık ekmekle kapıyı çalan bir babası, dizlerinde uykuya dalmak üzereyken saçlarını okşayan bir annesi olmamıştı. Gürültülü televizyonun önünde meyve soyulmamıştı hiç. Elektrikler kesildiğinde gölge oyunları oynanmamış ya da hafta sonları ailecek pikniğe gidilmemişti. Soğuk kış akşamları sıcacık hissettiren tatlı aile feromonları tarafından sarıp sarmalanmamıştı.
Güneşli bir pazar kahvaltısı değildi onun çocukluğu. Karın ve yağmurun birbirine karıştığı bir günde yavru bir köpekti. Ya da oyuna kabul edilmeyip kenardan bakan çocuktu. Benzetmenin neresinde olursa olsun istenmeyendi o. Bir günahın istenmeyen sonucuydu.
Annesi; şehrin parlak ışıklarının arkasında kalan çamurlu mahallelerin birinde, bir genelevde doğurmuştu Jimin'i. Aslında bu konuda dikkatliydi. Bir çocuk, hayatında yer verebileceği en son şey bile değildi çünkü. Pek tabii genelev de bünyesinde çocuk barındırabilecek bir kurum değildi.
Bu yüzden annesinin sıcak kucağında değil, soğuk yetimhane yatağında geçirdi gecelerini. Aklının sadece oyun ve yaramazlıkla dolu olduğu dönemlerde, bütün bunlar umurunda bile değildi. Sonuçta çocuklar, varlığından haberdar olmadıkları bir şeyi özleyemezdi. Eğer annesiyle her yavrunun kurduğu türden bir bağ kurmuş olsaydı bunun özlemini daha bebekken bile çekebilirdi. Ranzasının üst katında yatan çocuk gibi gecelerini ağlayarak geçirebilirdi. Çocuk bünyesi bunu kaldırmakta zorlanır ve tıpkı adını bilmediği o çocuk gibi taze bedenini toprağa sunabilirdi. Ama annesi onu o kadar istememiş, onun varlığından o kadar korkmuştu ki sevgi dolu ufacık bir dokunuş bile vermemişti bebeğine. Belki de Jimin için iyi olanı yapmıştı. Her ne kadar onu düşünerek yapmasa da.
Neler olduğuna anlam veremeden bomboş yıllar geçirdi yetimhanede. Her şeyin farkına varması ise okumayı öğrendikten sonra oldu.
Kaldığı yetimhane zengin bir bütçeye sahip değildi. Bu yüzden resimli kitapların varlığından haberleri bile yoktu. Ama okumayı bilenler için birkaç yazılı kitap mevcuttu. İşte o kitapları henüz oturmamış okumasıyla okumaya çalışırken öğrenmişti "aile" kavramını.
Onun için tamamen yeni bir şeydi. Yeni bir kelime gibiydi. Kimsesizlerin yurdu olan yetimhanede kimse kullanmıyordu bu kavramı. Neydi aile olmak? Nasıl aile olunuyordu?
Öğretmeninine sorduğunda, ailenin doğuştan kazanılan bir şey olduğunu öğrenebilmişti sadece. Asla sahip olamayacağını o zaman anladı. Ailesi onu istememişti. Terk etmişti.