*
choi san, karşısındaki çocuğun birden işaret dili ile iletişim kurmasıyla donup kalmıştı.
kendine geldiğinde çocuğun yanlış anlamaması için hızlıca cevap vermişti.
'ben de san.'
wooyoung hafifçe gülümsemiş ve kafasını olumlu yönde sallamıştı.
'biliyorum, uzun süredir seni izliyordum.'
şirin çocuğun ellerinden çıkan cümleler choi san'ın tuhaf hissetmesine neden olsa da, ondan kötü bir enerji almamıştı.
zararlı gibi durmuyordu.
'benim için işaret dili öğrenmiş olamazsın, değil mi?' diye sordu san tereddütle.
wooyoung ise yeniden meleksi gülümsemesini dumanların arasına bırakmıştı, ardından kafasını iki yana salladı.
'hayır, doğduğumdan beri sağırım.'
iki genç insanın arasında onları bağlanan görünmez bir bağ oluşurken san anlayışla çocuğa yaklaşmıştı. kendisini acınası sanarken karşısındaki çocuğun durumu çok daha kötüydü.
kendisi en azından hatırlıyordu. dalgaların sesini, piyanoyu, yaprakların hışırtısını. çocukken duymuştu hepsini, sadece bir daha duyamayacağı için üzülüyordu.
karşısındaki narin bedenin ise hiçbir fikri yoktu bunlarla alakalı. içler acısı.
asla bir kahkaha neye benziyor bilemeyecekti. asla kuşların cıvıltısı ile uyanamayacaktı.
asla, kendi sesini duymayacaktı.
daha doğrusu asla bir sese sahip olmayacaktı.
bunların düşünen san'ın gözleri dolmuştu, karşısındaki çocuk ona şirince bakarak gülümserken onu alıp bağrına basmak, her şeyin geçeceğini hissettirmek istemişti.
fakat yapamazdı bunu, çünkü geçmiyordu hiçbir şey.
düşündüklerinin yerine kafasını olumlu yönde sallamakla yetindi ve meraklı bakışlarını çocuğa yöneltti.
'beni nereden tanıyorsun?'
'aynı sitede oturuyoruz.'
anladığını belirtircesine kafasını sallarken ne yapıp onu mutlu edebileceğini düşünüyordu, kara kara hem de.
fakat wooyoung zaten hiç de mutsuz görünmüyordu.
onun yerine gülümseyerek çocuğa yaklaştı.
'senden hoşlanıyorum.'