Medya| credit: tumblr/blakecholls
Clarke, yüzünü gıdıklayan hafif rüzgarla gözlerini açtı. Kaldırmaya çalıştığı başı sanki yerde kalmak için direniyordu. Zorlanarak doğruldu ve yüzüne dokundu, cildinin kuruluğuyla yüzünü buruşturdu. Bir süre olanları hatırlamaya çalıştı ve sonrası şerit gibi gözünün önünden geçti- Raven'ın yanına varmaları, elektrik kulesinin tepesinde öleceğini anlaması ve son olarak Bellamy'nin kollarına düşüşü.
Bellamy, dedi içinden panikle. Hemen arkasını döndü, gözleri hızla Bellamy'i aradı. Onu kendisinden birkaç metre uzakta yere yığılmış bir halde görünce kalbi birkaç saniyeliğine durdu- Kara kanı sayesinde hayatta kalmıştı ama Bellamy kara kana sahip değildi. Son saniyelerinde Bellamy'nin yüzünün her köşesinden akan kanın rengini hatırlamaya çalıştı.
Clarke, titreyerek ayağı kalktı ve Bellamy'nin yanına yavaşça yürümeye başladı. Kalbi güm güm çarpıyordu, korkudan beti benzi atmıştı ve Bellamy'nin hayatta olup olmadığını kontrol etmeye cesareti var mı, bilmiyordu.
Sallanan bacakları onu zar zor ayakta tutarken, Bellamy'nin yanına sonunda vardı. Yanına nefesini tutarak çöktü ve iki parmağını Bellamy'nin boynuna bastırdı.
Parmaklarına ritmik olarak çarpan dalga, Clarke'ın dakikalar içinde ilk defa doğru düzgün nefes almasını sağladı. Bellamy yaşıyordu.
Clarke, neşeyle bir kahkaha patlattı. Bellamy'nin baygın bedeninin yanına çömeldi. "Bellamy," dedi mutluluğunu gizleyemediği bir ses tonuyla, "kalk, kurtulduk!"
Birkaç kez nazikçe Bellamy'i dürttü. Bellamy, gözlerini kırpıştırdı, sonra yavaşça açtı. Başında Clarke'ı görünce birkaç saniyeliğine afalladı. Ardından elleriyle yerden destek alarak doğruldu. Clarke'ın şefkat dolu yüz ifadesini görünce gülümsedi. Biraz rahatlamış, biraz neşeli bir şekilde "Ölmedik," dedi. Clarke, "Evet," dedi kafasını sallayarak. "ölmedik."
Bellamy'e sımsıkı sarılırken Bellamy de kollarını ona sardı. Sevgi dolu bir kucaklaşmanın ardından Bellamy, Clarke'ın yüzünün düştüğünü fark etti.
Bellamy, ona sorunun ne olduğunu sormak için ağzını açacakken, Clarke buna gerek kalmadan konuştu.
"Diğerleriyle birlikte olmalıydın," dedi üzgün üzgün. "Burada ne işin var Bellamy? Şimdi benimle birlikte bu çölde yaşamak zorundasın."
Bellamy birkaç saniyeliğine bir şey demedi, kelimeleri seçmeye çalıştı. Hatta aklına, daha fazla erzak toplamak için laboratuvarın yanındaki küçük, parçalanmış sığınağa gittiği ve Raven ile diğerlerinin o yokken mecburi kalkış yaptığını söylemek bile geldi.
"Sadece- burada yalnız kalmana göz yumamazdım," diye ağzından döküldü sözcükler. "Bizim için kendini feda eden hep sendin ve bunu tek başına yapmanı istemedim. Luna'nın son iliğiyle kendimi kara kan yaptım ve sonra- sonrası bildiğin gibi."
Clarke, göz yaşları içinde "Bunu yapmak zorunda değildin," dedi. "Benimle kalmak için kendini feda etmek zorunda değildin. Ya ölseydin?" Boğazına yumru oturmuştu, Bellamy'nin sadece onunla kalmak için ölmeyi göze aldığı düşüncesi ruhuna yayılan hüzünün dışında minnet de hissettiriyordu.
Bellamy cevap vermedi, kafasını başka tarafa çevirdi. Clarke'ın gölgesini yüzünde hissedince, ayaklanmış Clarke'a döndü. Clarke, eliyle beceriksizce göz yaşlarını silerken diğer elini de Bellamy'e uzattı. "Vakit kaybetmeden yola koyulalım, sonsuza kadar burada oturamayız- öncelikle erzak bulmalıyız, hatta sığınağa uğrayabiliriz. Belki bir şekilde içeri girmeyi başarırız. Ayrıca silahım hala yanımda, en kötü ihtimalle kuş falan avlarız-"
Bellamy sırıttı ve Clarke'ın uzattığı eli tutarak ayağa kalktı. "Yalnız, ben kullanırım," dedi arabaya tembel tembel yürürken. Clarke, "Bu sefer şansın yok ama sonraki sefer tekrar deneyebilirsin," dedi alayla.
***
Ne zaman bir araya gelseler sürekli olarak bir sorunla uğraşmak zorunda kaldıkları göz önüne alındığında, Clarke'ın Bellamy ile arabada normal bir sohbet etmesi ilginç görünüyordu.
Dünya'ya indiklerinden beri başlarından problem eksik olmamıştı, tek bildikleri en sonunda kurtarabildikleri kadar insanı kurtarıp koca dünyada bir başlarına kaldıklarıydı.
Tuhaf bir şekilde, ikisi de bu durumdan memnunlardı. Her yer harabeye dönmüştü ve havanın kurak nefesi tenlerinin her bir bölgesinde hissediliyordu ama hala birbirilerine sahiptiler.
Arabanın içinde tatlı bir müzik çalıyordu, arka tarafta bir daha kullanmayacaklarını umarak çıkarıp attıkları koruyucu kıyafetler vardı. Clarke, hem haritaya bakıp hem arabayı kullanmaya çalışırken Bellamy, "Belki de sen kaza yapmadan direksiyona ben geçmeliyim," diye ısrar ediyordu.
Clarke, Bellamy'e bakmadan "En son kazayı yapıp bizi Monty ve Harper'ı beklemek zorunda bırakan sendin sanıyordum," dedi gülerek. "Hem zaten neredeyse geldik."
Sığınağın olduğu bölgeye vardıklarında arabayı durdurdu. Clarke hızlıca kapıyı çarpınca, kapının etrafında bir toz bulutu yükseldi.
"Bu da neyin nesi?" diye sordu adımlarını sığınağın olması gereken yere hızlandırırken. Her taraf büyük kayalarla ve eskiden duvar oluşturan parçalarla kaplıydı.
Enkaza doğru ilerlemeye başladılar. Onların dışındaki tek hareketlilik, tozlu meltemin etkisinde sağa sola sürüklenen çakıl taşlarıydı.
Clarke, tırmanmaya başladı. Hemen arkasında Bellamy'nin olduğunu hissedebiliyordu. Tepeye ulaşmalarının ardından Clarke parçaları yerinden kaldırmaya çalıştı ama bir milim bile kıpırdatamadı.
"Bellamy," dedi soluk soluğa. "Yardım etsene. Belki bunları oynatabilirsek..."Elleri sivri küçük taşlar tarafından kesiliyordu, gene de uğraşmaya devam etti. Bellamy, Clarke'ın hemen yanında en azından bir kayayı yan döndürebilmeyi umuyordu.
"Sıkışmış," dedi Bellamy çekiştirmeye devam ederken. "hiçbiri yerinden oynamıyor."Derken birkaç metre öteden gelen ses, bir hareketlilik olduğunu belirtti.
Bellamy, sese kulak kabartarak "Başarmış olmalıyız," dedi.
Ama düşüp giden taşların sesi git gide artıyordu. Altlarındaki enkaz da hafifçe titremeye başlayınca, Clarke "Buradan inmeliyiz," dedi aceleyle. Bellamy'i bileğinden yakaladı ve aşağı inmeye hazırlandı.
Onlar daha aşağı inemeden enkaz onlara bir hoşgeldin partisi düzenlemeye karar vermişti bile. Clarke ve Bellamy yere yuvarlanırken arkalarından büyük bir toz dalgası yükseldi.
Oraya çıkmaları sadece daha çok yıkıma neden olmuştu. Bellamy boğuk bir sesle "Clarke, geriye doğru gel," dedi. Kızın kolunu tutup kendine çekti. Clarke bacaklarıyla kendini geriye doğru itelerken her yerini kaplayan tozlarla öksürdü.
Ortam tekrardan sessizliğe bürününce, Clarke, "Şimdi ne yapacağız?" diye sordu hayal kırıklığıyla. Bellamy, "Bilmiyorum," diye cevap verdi. "Nasılsa dönecekler, değil mi? Arkadaşlarımız yani. Hep birlikte bu enkazı kaldıracak bir yol buluruz."
Clarke, Bellamy kadar umutlu ve pozitif değildi. Arkadaşlarının döneceği, hatta yaşadıkları konusunda büyük bir şüphesi vardı. Bellamy, Clarke'ın yüzünü okumuş olmalıydı ki, "Hey," diyerek elini Clarke'ın omzuna koydu. "Bir yolunu bulacağız. Söz veriyorum." Güven verici bir şekilde gülümsedi. Clarke, onun gibi bir arkadaşa sahip olduğu için ne kadar şanslı olduğunu geçirdi içinden. Minnetle yüzüne bir gülümseme yayıldı, bu gülümseme Bellamy'nin Clarke'a yaptığı her şeyin minnettarlığının küçük bir yansıması gibiydi.
"Gitmeliyiz," dedi Clarke, oturdukları yerden kalkarak. "Belki harabeye dönmemiş bir yer buluruz."
Toz tutmuş arabalarına doğru yürürken, değer verdikleri insanların içinde bulunduğu enkaza son bir bakış attılar.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Bellamy&Clarke | Praimfaya
FanfictionBellamy, beyni ve kalbi arasında derin bir çatışmaya giriyor ve Clarke'ın ona aklını kullanmasını söylemesine rağmen kalbini seçiyor. Praimfaya, aynı yıkıcılığıyla kapıdayken Clarke için kalmaya karar veren Bellamy, sonraki altı yılının nasıl ge...