5

174 12 8
                                    

  Bellamy, gözüne yansıyan güneş ışığıyla uyandı. Birkaç saniyeliğine, nerede olduğunu ve neden bu kadar rahat olduğunu hatırlayamadı. Rahatlık, onun için hayatı boyunca en imkansız kavramlardan biri olmuştu.

  Kendini ilk defa gerçekten dinlenmiş hissediyordu, ağır ağır yataktan kalktıktan sonra köşedeki kırık sandalyeye atılmış ceketini giydi. 

  Merdivenlerden salına salına aşağı inerken gözleri Clarke'ı arıyordu. Uyanmış mıydı, yoksa hala uyuyor muydu habersizdi. Uyuyor olma ihtimaline karşın onu rahatsız etmemek için ağaç evinin önünden geçip Vadi'nin içlerine girdi.

  Cıvıltılar kulağını doldururken, havayı içine çekti. Bu bölgede keşfedecek çok yer vardı ve Bellamy her bir köşesini görmek için sabırsızdı.

  "Günaydın." Clarke'ın neşeli sesi tam arkasından geliyordu. "İyi uyudun mu?"

  Bellamy, başını salladı. "Sen ne yapıyorsun?"

  Clarke, elindeki toprağı çırparken "Bir dolap buldum," dedi heyecanla. "Benimle gel."

  Yeşillikler içindeki ince duvarda asılı duran küçük bir dolaba ulaştılar. Clarke, dolabı açıp içinden çıkan birkaç paketi Bellamy'nin eline tutuşturdu. Bellamy, pek de gösterişli görünmeyen ambalaja bakarak "Bunlar ne?" diye sordu. Clarke, gözleriyle ona içini açmasını işaret etti.

  Bellamy, paketlerden birini açtığında burnuna tuhaf ama güzel bir koku doldu. Orman gibiydi ama daha keskin ve daha şekerliydi.

  Clarke gururla, "Tohumlar," dedi. "onları bu sabah buldum. Meyve ve sebze yetiştirmek için olmalı."

  Bellamy sırıttı. "Bitki yetiştirmekle ilgili pek bir şey bilmediğimi söylemeliyim."

  Clarke, "Tüm bunlar kendimizi geliştirmemiz için var," dedi. "Şimdi içeri girip bir şeyler yiyelim."
                                       ***

  Günler, Clarke ve Bellamy için hiç olmadığı kadar güzel geçiyordu. Vadi'ye yavaş yavaş uyum sağlıyorlar, kendilerini buranın bir parçası gibi hissetmeye başlıyorlardı.

  Bellamy, yetiştirdikleri bitkiler için biraz fazla sabırsızdı. Hasadın bir an önce gelmesini ve her gün özenle baktıkları eserlerini tatmayı istiyordu. Bu süreçte, Praimfaya'dan önce yetiştirilmiş bir arazi dolusu meyveyi zevkle yiyorlardı.

  Aynı zamanda küçük yemek salonlarının arkasındaki odada bir tarif defteri bulmuşlardı. Yine de, düzgün bir el yazısıyla yazılmış bu tarifleri yapabilmek için yemek yapımıyla alakalı bir el kitabına ihtiyaçları olmuştu- neyse ki Vadi'dekiler her şeyi fazlasıyla düşünmüştü. Bellamy, sevdiği birkaç baharat ve sosu inatla tüm yemeklere katıyordu. Clarke, bazılarının güzel olduğunu itiraf etmeliydi ama yemeğin tam bir felakete dönüştüğü zamanlar da sık sık oluyordu.

  Bellamy'i tüm bu yerde en çok heyecanlandıran şey, kitaplıklardaki mitoloji ve tarih kitaplarıydı. Her gün büyük bir zevkle birbirilerine kitaplardan bir şeyler okuyorlardı; Gerçi Clarke'ın okuduğu kitap Roma veya Yunan Mitolojisi ile alakalıysa, Bellamy'nin sık sık düzeltmelerine ve cümle tamamlamalarına maruz kalıyordu.

  Sıra Bellamy'e geldiğinde ise mutlaka konuyu saptırıyor, annesinin ona anlattığı hikayelerden herhangi birini gözleri parlayarak Clarke'a anlatıyordu.

"Ne yani, Kronos Rheia'nın doğurduğu tüm çocukları yutuyor muydu?" dedi Clarke şaşkınlıkla. "Ne ahmakça."

Bellamy, "Uranüs'e yaptıklarını, çocuklarının da kendisine yapacağına inanıyordu," diye cevap verdi. "Asıl Rheia'nın ona yutturduğu taşın Zeus olmadığını anlayamaması ahmaklık."

Bellamy&Clarke | PraimfayaHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin