3

190 13 1
                                    

 
Bellamy ve Clarke, son bir haftasını başka bir sığınak veya depo var mı diye gezerek geçirmişti. Bu süreci arabada uyuyup Bellamy'nin Praimfaya'da son anda kaptığı protein macunlarından yiyerek atlatıyorlardı. Yine de, ikisi de bunun yeterli olmayacağını biliyordu. Yakın zamanda bir kaynağa ulaşmak zorundalardı yoksa açlık veya susuzluktan ölebilirlerdi.

Neyse ki, önceki gün ikisini de şaşırtan kuvvetli bir sağanak yağarak su ihtiyaçlarını karşılamalarını sağlamıştı. Gerçi hemen sonra, dünya eski kuraklığına bürünerek tekrardan çöle dönmüştü. En azından önlerindeki birkaç haftayı kurtaracak kadar suları vardı.

Güneş, ilk ışıklarını Clarke'ın üstüne vururken Clarke uyuşuk uyuşuk kalktı. Botlarını giydi, hala uyumaya devam eden Bellamy'i uyandırmadan arabadan çıkıp etrafta göz gezdirdi.

Toz topraktan başka bir şey yoktu, Clarke hayal kırıklığıyla sağdaki tümseğe oturdu. Güneş tüm ışıklarıyla üstüne doğarken, Clarke da etrafta herhangi bir iz bulma umuduyla karşısındaki manzarayı izliyordu. Yani, en azından eskiden manzara olduğuna emindi. Şu an önündeki görüntüye baktığında kavrulmuş ağaçları ve kurumuş nehri hissediyor gibiydi.
Arkasında bir hareketlilik hissetti. Bacakları aşağıya doğru sarkarken yüzünü yana çevirdi. Bellamy, onun hemen yanına otururken başını gün doğumuna doğru kaldırdı.

"Şimdiki rotamız nedir?" diye sordu Bellamy. Aynı zamanda hayranlıkla güneşin doğuşunu izliyordu, güneş tenine yansımıştı. Clarke farkında olmadan gülümsedi, sonra başını öne eğip "Sanırım doğu," dedi. "çölü geçebilirsek bir depoyla karşılaşma ihtimalimiz var."

Bellamy'nin suratı asıldı. "Bu daha ne kadar böyle devam edecek?" diye sordu.

Clarke, "Bilmiyorum," dedi ses tonunu stabil tutmaya çalışarak. "Özür dilerim," diye ekleyiverdi anından. Bellamy başını ona çevirdi. "Neden?"

"Benim yüzümden burada kaldın ve başımıza ne geleceğini bilmiyoruz," dedi Clarke hüzünle. "Tek başıma ölmeme izin verseydin en azından güvende olurdun."

Bellamy, kaşlarını çattı. "Yaptığım şeyden pişman değilim, olmayacağım da," dedi bıkkınlıkla. "Ve sen de bu yüzden kendini suçlamayı bırak. Zaten, eninde sonunda yaşayabileceğimiz bir yer buluruz. Buraya kadar gelmişken açlığın bizi öldürmesine izin mi vereceğiz?" Yüzünde hafif bir gülümseme belirdi. "Sen ve ben- dünyalıları patlattık, Weather Dağı'nda arkadaşlarımızı kurtardık, Işık Şehri'ni bitirdik ve Praimfaya için insanların güvende olmasını sağladık. Bence cevap, hayır."

Clarke, "Haklısın," dedi gözlerinde parıldayan umut ışığıyla. Gökyüzünde beliren renk cümbüşünün altında, Clarke kendini hayatta kalma mücadelesinin ortasında bile huzurlu hissetti. Ne kadar zaman geçtiğini bilmeden orada oturmaya devam ettiler, tek bildikleri oturdukları süre boyunca gökyüzünün kavuniçinden soluk bir sarıya döndüğüydü.

***

"Ne kadar yolumuz kaldı?" diye sordu Bellamy. Ses, yüzünü kapattığı şaldan dolayı boğuk gelmişti. Clarke, ağır ağır yürürken aynı zamanda haritaya bakıyordu.

"Sanırım çok değil," dedi gerçekten öyle olmasını umarak. Sırt çantasından çıkardığı eski matarayı Bellamy'e uzattı. "İster misin?"
Bellamy, Clarke'ın elinden matarayı alıp biraz su içti, ardından Clarke'a geri verdi. Suyu boşa harcamamaları gerektiğini biliyorlardı, özellikle bu çölün ortasında susuz mahvolurlardı. Bu son dolu mataralarıydı ve yanlarında protein paketi kalmamıştı.

Clarke, yorgunlukla elindeki bastona asıldı. Bacakları artık tutmuyordu ama devam etmeleri gerektiğini biliyordu.

Onun durduğunu fark eden Bellamy, arkasını döndü. "İstersen dinlenebiliriz."

Bellamy&Clarke | PraimfayaHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin