Asil'in ağzından bir bölüm okuyacaksınız. Bu hikayede en çok korktuğum şeylerden biri herhangi bir karakterin yanlış anlaşılması. Argümanlara, çatışmalara dikkat edin. Bazen bakış açısı her şeydir, iki taraf da haklı olabilir. İki tarafın da haksız olabileceği gibi.
Asil, çok fazla hata yaptı. Belki diğerlerinden kat kat fazla.
Ama Rüya da çok fazla hata yaptı.
Anlamaya çalışın. Bu hikayede kimsenin kırılmamış bir kalbi yok.
Ölümün bile sorunları çözemediği, son olamadığı bir hikaye bu. Peşin hükümle karakterlere yüklenmeyin, lütfen.
İyi okumalar.
30 Kasım 2020
ŞEYTAN'IN TRİL SONATI -- BÖLÜM BİR
bölüm şarkısı "Giuseppe Tartini - Devil's Trill Sonata"
"Adam, hayatın durağan tonunun onu çıldırttığını düşünürdü. İnsanlar unutur, önlerine bakardı çünkü son çok uzaktaydı. Bir sabah uyandığında ecel öyle yakındı ki, ölümün nefesi soğuk değil bir kar tanesine kıyabilecek kadar sıcaktı."
Asil
Kahverengi hareleri sonsuz bir boşluğa doğru uzanan gözlerimi camdan dışarıya çevirdim. Pencerenin önünde dikilmeye devam ederken, her şeyin ne kadar anlamsız geldiğini düşündüm.
Güneş açıyordu. O güneşe bakıp gülümsediğinde ben onu seyredemiyordum.
Rüzgar esiyordu. Güneşin rengini açtığı saçları yüzünü örtüp kirpiklerine tutunduğunda ona bakıp gülemiyordum.
Sokak köpekleri evimin önünden geçiyordu. O artık burada değildi, dışarıya koşup onları sevemezdi.
O yokken, hiçbir şey var olamıyordu benim için. Her baktığım yerde onun güzel yüzünü, her temasta onun dokunuşunu, her nefesimde onun kokusunu arayarak yaşamaya daha ne kadar devam edecektim? Ama ne yapabilirdim ki, ben onu terk etmiştim.
Eski bir filmin sesi kısık şekilde oynadığı televizyondan tarihe baktım. 16 Ağustos.
Rüya'yı son görüşümün üzerinden bir aydan fazla zaman geçmişti. Mezuniyet balosundan yaklaşık iki ay sonra evime gelmesinin ve benim öfkemi bir zırh gibi giyip onu mahvetmemin üzerinden altı hafta geçmişti. Şimdi ne yapıyordu, benim kadar o da özlüyor muydu?
Düşünceme kaşlarımı çattım.
O bana ihanet etmişti.
Bana, ölümün eşiğinde oyalanan ve daha yaşaması gereken onlarca anı olan bir kelebeğe kendi hayatından koparıp verir gibi baktığı o günün akşamında ihanet etmişti.
Ertesi gün hislerimi kaburgalarımın arasındaki zindana kilitleyip karşısına çıktığımda ve ondan ayrıldığımdaysa, hiçbir şey söylememişti. "Neden?" bile dememişti. Sadece öylece susmuş ve gözlerinden akan tek damla yaşla kabullenmişti. İçten içe suçlu olduğunu bildiği için öyleydi, bundan emindim.
Ama canım hiç o günkü kadar yanmamıştı.
Beni aldattığını öğrendiğim akşam bile, ondan ayrıldığımda ağzını açıp tek bir şey söylemeyen sevgilimden daha çok canımı yakamamıştı.
Mezuniyet gecesi, mantığımı boğarak katleden kalbimin eline tutuşturduğum dizginler avuçlarımı keserken bile, o günkü kadar canım yanmamıştı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
İBLİSİ ÖLDÜRMEK
FantasyÖlümün öpücüğü kanlı bir iz bırakır. Soğuk dudaklarının izi, iblisin eceliyle meleğin felaketini tenine kazır. Ölmek biter de yaşamak biter mi? Şeytanın kurduğu oyun masumu da günahkarla birlikte ağına çeker mi? Arkanda bıraktıklarını bir kıyame...