•Eğer sürekli bu şekilde olup, mutluluktan gözlerinin parıltısını görebileceksem inancımın olmadığı Tanrısına sonsuza kadar diz çöküp, dua edebilirdim.•
-
Oh to see without my eyes
The first time that you kissed me
White noise what an awful sound
Th...
Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.
The Rose, Take Me Down
🌌
Yol kenarında kendi bağımsızlığını ilan etmiş papatyaların beyaz yaprakları, çocuk parkının etrafını saran beyaz çitler, nereden ve ne zaman aldığımı hatırlamadığım beyaz uzun şişme montum...
Renklere takıntısı olmayan ve gözüme ne hoş gelse ona atılan bir insan olmama rağmen süt beyazı ten rengi olan o çocukla karşılaşmamızdan beri beyaz rengi gözümde kutsallaşmaya başlamıştı sanki. Dudağına ve elmacık kemiğine yediği yumruğun kızıllığı bile tenine öyle güzel bir uyum sağlamıştı ki, garip şekilde aklımda çıkmıyordu. Giydiğim beyaz spor ayakkabılar da bunu kanıtlamak istermiş gibiydi.
Yediği yumrukların asıl sebebi de ayrı meseleydi. Bir yanım deli gibi meram etse de, diğer yanım beni ne ilgilendiriyor diye sorguluyordu. İçimden hakkında bir şeyler öğrenme isteği geliyordu ama daha çocuğun ismini bile bilmiyordum. Öğrenme isteğini kenara bırakıp, gelen otobüse bindim.
Etrafı tarayıp oturacak yer olmadığını fark edince arka tarafa doğru ilerledim. İlerleyen durakta binen insanlar sayesinde olduğum yer kalabalıklaşmaya başlamış, oluşan gürültüye karşı yüzümü buruşturmadan edememiştim. Çantamın küçük cebinden kulaklığımı çıkartıp, ses seviyesini tamamen açarak hareketli bir şeyler dinlemeye başladım.
Bindiğim duraktan üç durak sonra binen aynı okul formalı çocuklara göz atıp önüme dönmeye karar vermiştim ki aralarında onun da olması ilgimi çekti. Ve bu tarafa doğru ilerliyorlardı. Konuştukları şeyleri duymak için müziğin sesini biraz azaltıp, kulak misafiri olmayı tercih ettim.
"Geçen çaldığımız gibi tekrar sahilde çalmaya gider miyiz?"
Aralarındaki en uzun konuşmuştu. Demek müzik yapıyorlardı. Şimdi daha çok ilgimi çekmeye başladılar. "Bence gitmeliyiz, iyi kazandık."
Herkes onaylayıp, ne zaman gitmeleri gerektiğiyle ilgili fikir yürütmeye başladı. O ise tam iki adım önümde tek eliyle demire tutunuyor, diğer elinde ki gördüğüm şeye göre bir yandan da lolipop yiyordu. "Tekrar Yoongi'nin çalması gerektiğini düşünüyorum. Belki biraz da söyler bizim için."
Aynı kişi tekrar konuştuğunda önümdeki, yüzünün kediyi hatırlatan çocuğa baktığını fark ettim.
Yoongi.
Güzel isim. Aslında ne kullansa güzel taşıyabileceğini düşünmeye başladım. Ayrıca gitar çalıyor demek. Bir şeyler çalışını görmeyi çok isterim.
"Bilmiyorum, o günkü işlerime bağlı." Herkes dikkatli şekilde dinliyordu, diğer kişilere kıyasla. Grup içinde sevilen biri olduğu rahatça görülüyor. "Uygun olursam haber veririm size." Ve de sözü geçen biri.
Arkasında olmama rağmen bir kez bile dönüp bakmamış, üstelik elindeki şekeri sakin ve tadını çıkartırcasına emmeye devam ediyordu. Arkası dönük olsa bile hala ergenliğin son demlerinde olan hormonlarıma söz geçiremiyordum.