three

232 27 65
                                    

ashe, moral of the story

*

Ertesi gün gittiğimde onu göremedim. Gecenin bir yarısı olana kadar ağacın altında oturup gelmesini bekledim, gelmediğinde hayal kırıklığına uğradım sanki hakkım varmış gibi. Kendime sinirlendim, adını bile sormayı akıl edemediğin adam gelmiyor diye ağlıyor musun Park Jimin? Seninle iki cümle etti diye ertesi gün yine gelip edeceği anlamına gelmeyecekti, bunu düşünemedin mi? Heyecanlanmıştım. Belki konuşursam beni gerçekten dinleyen birisi olur diye öyle heyecanlanmıştım ki kalbim avuçlarımda, parmak uçlarımda hatta gözlerimde atmıştı. Sanki benim dünyama adım atacaktı da, elinden tutup sokaklarda gezdirecektim onu. Yalnızlığımı kimseyle bölüşmeyen ben, ona bir parçasını verecektim. 

Yalnızlığım değerli falan değil, zavallıydı. 

Bir kişiyle konuşunca bile umutlanan kalbim aptal, cebimdeki papatyaları onun büyük acuçlarına bırakan ellerim pervasızdı. 

Üzgün olmamı kendime yediremiyordum, kafamı dağıtmaya çalışıyor sonra kendime karşı kendimden utanıyordum. Bu kadar abartıyor olmama inanamıyordum. Kendimi bir yandan medeniyetsiz hissedip sonra haklı çıkarıyordum. Bedenimde yalnızca ben değil de, binlerce kişi yaşıyormuş gibiydi. Hepsi farklı düşüncelere sahipti sanki, bazıları beni kınıyor bazılarıysa zavallı halime ağlıyordu.

Ertesi sabah kalktığımda aklımda yalnızca o park vardı fakat hayal kırıklığı yaşamak kilometrelerce koşmaktan daha yorucuydu. Bu yüzden kendimi oyalayacak şeyler yaptım. Kitap okudum, film izledim, temizlik yaptım ve parka yürüyüşe çıktım.

Sonra o ağacın altına oturdum ve cebimdeki papatyalarla oynadım. Benim avuçlarım hep çiçek kokardı, belki gelirse ona bundan bahsedebilirdim. Ya da izlediğim dizilerden, çalıştığım kahveciden. Arkadaş olmamıza yardımcı olabilecek bir şeylerden. Birileri anlatır pembe masalları, beyaz atlı prensleri, her şey güzel olacak yalanlarını. Göz ucuyla yanıma oturduğunu gördüm sonra. Sen kendine anlatmazsın.

''Bana ne anlatacağına karar verdin mi?''

Kendine masal anlatacak kadar yalnız mısın Jimin?

''Arkadaşın var mı hiç?'' farkında olmadan ağzımdan çıkan sözcüklerle dudaklarımı birbirine bastırdım, avcumdaki çiçekler çoktan ezilmişti. 

''Var tabii,'' diye cevapladı hiç garipsemeden. Arkaşı olmasını kıskanabilirdim belki ama onu arkadaşlarından kıskanmam hiç sağlıklı değildi. Aslında arkadaşı olmasını bile kıskanamazdım. Ben istememiştim insanları, içinde yaşadığım bu dünyayı yok sayıp kendi dünyamı kurmuştum. Hakkım yoktu; kızmaya da kıskanmaya da.

Sessiz kalışım ilgisini çekmiş olmalı ki, bana baktığını gördüm göz ucuyla. Anında gerilip küçücük kaldım yanında. Çok kızıyordum kendime ama hazırlıksızdım böyle bir arkadaşlığa. ''Senin arkadaşın var mı?'' 

Ona yandan birkaç saniye bakıp başımı iki yana salladım. O an gözünde nasıl gözüktüğümü o kadar çok merak ettim ki, farkında olmadan tamamen ona dönüp yüzünü incelemeye başladığımın farkına bile varamadım. Küçük burnuna, kısık gözlerine ve yorgun çehresine baktım tekrar tekrar. Çocuksu heyecanımı o da görebiliyor muydu? Dudakları hafif aralık gözlerime öylece bakarken ne düşündüğünü anlamıyordum, bu yüzden ona gülümsedim. Avuçlarımdaki papatyaları çimlere atıp ellerimi ona doğru yaklaştırırken ''Benim ellerim hep çiçek kokar,'' dedim. ''Koklamak ister misin?''

Gözleri yüzümde ilginç bir şeye bakıyormuş gibi dolaşırken dudağının kenarıyla gülümsediğini gördüm, gözlerini çekmeden avcuma burnuna yaklaştırıp ''Ellerinin çiçek kokmasını sevdim,'' dedi.

O an nasıl korktum, ya da yüzüne nasıl dehşetle baktım bilmiyordum. Ona kendi dünyamı gezdirmek istediğimden bahsetmiştim ama o dünyamı başıma yıkabileceğini söylüyordu sanki. Ya da ben daha adını bile öğrenmediğim birisini abartma konusunda arşa çıkmıştım. Tanımadığım bir adam avuçlarımı koklasın diye papatyalarımı yere atmıştım, ceplerimde çiçek kalmamıştı. Sahi nasıl yapmıştım bunu?

Elimi bırakırken, gözlerini gözlerimden çekmedi.

''Arkadaşım olmak ister misin?''

Ya beceremezsem?

trouvailleHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin