two

548 34 65
                                    

chase atlantic, right here

*

Kendimi yabancı bir şehrin ortasına atmamın üzerinden iki yıl geçmişti. Arkadaşım yoktu, tanıdığım birisi ya da selamlaştığım herhangi bir kimse yoktu. Yalnızlığın ne demek olduğunu böyle böyle öğrenmemin üzerinden epey geçmişti. Evimden çıkmıyordum, kendimle konuşuyor bazen tartışıyor bazense küsüyordum. Zaten kendimi bildim bileli hiç anlaşamamıştım ki kendimle. Ne affedebilirdim, ne sevebilirdim. Kendimle o kadar çok konuşuyordum ki insanlar delirdiğimi düşünüyordu. Üst komşum beni gördüğünde homurdanarak uzaklaşır, mahalledeki çocuklar beni görünce apartmanlara saklanırdı. Sorunlarım vardı, hiç olmaz mıydı?

Bisiklet parkına girdiğimde bugün çimenlerin üstünde oturan insanlardan eser yoktu, hava kasvetliydi ve esiyordu, yağmur yağacak gibiydi. En yakın ağacın altına oturduğumda atkımı iyice ağzıma doğru çekip kollarımı göğsümde bağladım. Kaşlarım çatılmıştı işte.

"Gülümsemeyi becerebilirsen çocuklar seni taşlamaz Park Jimin," diye homurdandım kendi kendime. İnsanları umursamayı bırakalı çok oluyordu ama bazı hassas noktalarımdan biri çocuklardı.

"Bazen gülümsemen bile yeterli olmayabilir Park Jimin, çocuklar her zaman fazlasını isterler," ağacın arkasından gelen sesle irkilirken doğrulup sesin sahibine bakmak istedim ama sonra vazgeçtim. Ortamdaki atmosfer garipti.

"Sadece çocuklar mı fazlasını isterler?"

"Hayır, bütün dünya fazlasını ister."

Cebimdeki papatyalar tenime battı. Sapasağlam bir adamdım ama çok hasta hissediyordum kendimi. Sanki bu dünya virüsün ta kendisiydi de, belirli bir yaşa geldiğinizde sizi hasta ediyordu. Avuçlarıma bakarken "Neden benimle konuşuyorsun?" diye sordum.

"Bilmiyorum," durdu. "Bilmiyorum, gerçekten neden seninle konuşuyorum?"

Kendi kendine homurdandığında cebimdeki papatyayı elime almıştım. "Benimle konuşan ilk kişisin," diye mırıldandım sessizce.

"Kendinle konuşabiliyor olman gereksiz insan kalabalığından daha değerli Jimin, bana güven."

"Sana güveneyim mi?" alaycı sorum karşısında cevap vermedi, o da sorusuna bir cevap almış sayılmazdı. Zihnimde yankılanan binlerce ses vardı, hepsi birisiyle iletişim kurmama hep bir ağızdan şaşırıyor; onun bir psikopat olmasından şüpheleniyordu. Senin dünyanı kim gördü de içeri adım atmak istedi ki Jimin? Üstelik sen bile kendini görmüyorken. İnsan kendisini nasıl yaralaybilirdi böyle kolayca, sadece düşünerek? Kendimi kırıyordum durmadan, acımadan. Zihnim çöplük. ''Sana güvenebilir miyim?'' Dünyamda öyle.

''Bilmiyorum, hangi konuda güvenmek istiyorsun?'' zihnimde yankılanan onca sese rağmen onu duyabildim, ''Hangi konuda güvenmek istediğimi bilmiyorum,'' diye cevap verdim. Garip bir konuşmaydı ama kalbim öyle güçlü çarpıyordu ki, heyecandan acuçlarım terlemişti. Arkadaşız demek için ne kadar yakınlaşmak gerekiyordu? Biraz daha konuşursak arkadaş sayılır mıydık? 

''Ben evet bana güvenebilirsin dediğimde güvenecek misin sanki? Kelimelere yüklenen fazlalık anlamları bir kenara at ve istediğin gibi konuş, bir şey yapmak zorunda değilsin.''

''O zaman...'' Durdum. Ne zordu birisi konuş dediğinde anlatacak onca şeyin varken kelimelerin bir anda ortadan kaybolması, zihnindeki anıların teker teker kapıları yüzüne sertçe kapatması. O an fark ettim ki, o evet demese bile ona güvenmek istiyordum. Tanımadığım bir insana saatlerce bir şeyler anlatmak istiyordum. O kadar heyecanlanıyordum ki, kelimeler ağzımdan çıkmıyor; zihnim kendini kapatıyordu. Ne yapacağımı bilemedim.

Dizlerimin üstünde yanına sürünüp eline cebimdeki papatya yapraklarını bırakırken de, yaptığım şeyin farkına varıp yanından kaçarken de ne düşündüğümü bilmiyordum.

Elim kalbimde, nefesim boğazımı bıçak gibi keserken çok korktum. Birisiyle konuşmak bu kadar zor olmamalıydı. 

Zihnim çöplük, dünyamda öyle.

trouvailleHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin