Kışın habercisi sonbahar artık kazak giymemi söylüyordu. Üzerimde ki sweat beni üşütürken, rüzgarın esintisine karşın montuma daha sıkı sarıldım. Ellerimi ceplerime yerleştirdiğimde Seul'un kalabalık meydanı, yavaş yavaş dağılıyordu. Hava kararmaya yüz tutmuşken Seul meydanında ki banklardan bir tanesine oturdum.
Sadece izledim, etrafı izledim. Her zaman kalabalık olan Seul'un akşam üstü dağılışını izledim, önümden geçen kedileri izledim. Hava kararırken gökyüzünde oluşan görüntüyü izledim. Sırt çantamda ki kamerayı çıkardığımda gökyüzünü kareye aldım. Esiyordu, rüzgar her ne kadar beni titretse de yüzüme karşı esmesi hoşuma gidiyordu.
Gözlerim iki bank ötede ki kız çocuğuna kaydı. Banka uzanmış ayaklarını kendine çekmiş, üzeri yırtık, battaniyesiz, ince giysilerle öylece yatıyordu. Nasıl dayanabiliyordu? Tanrı onu bu sefil hayata karşı koyması için yaratmamıştı ki. Okuyup, kendi yuvasını kurabilmesi ve kendine bakabilmesi için yaratmıştı. Çocuktu daha o, ne anlardı ki hayattan? Gözlerim kısıldı, her zaman aynısı oluyordu. Anne ve babaların çocuklarına sahip çıkamamaları canımı çok yakıyordu, her an ağlayacakmış gibi hissediyordum. Hiçbir çocuk böyle bir hayatı hak etmiyordu ki.
Çocuk arada gözlerini açıyor, gökyüzüne bakıyordu. Her dakika bunu yapıyordu, bir kaç dakika onu izledim. Dağılmış saçlarının arasına yerleştirmişti ellerini. Üşüdüğü o kadar belliydi ki, içim burkuldu. Bir kaç dakika sonra dayanamayıp umutsuzca yanına ilerledim. Beni fark etmemişti. Kapalı olan gözlerini araladığında önünde eğildim. Beni süzdüğünde gözlerini korku ile açtı. ''Sen kimsin?'' Sesinde ki tizliği duyduğum an yüreğime bir acı yerleşti.
Gözlerimi kırpıştırdım ve zoraki gülümsedim. ''Korkma güzelim. Sadece yanına gelmek istedim.'' Bankta oturur hale geldiğinde gökyüzüne baktı. Yanına hafiften yerleştiğimde hala bakıyordu. Baktığı yere doğru çevirdim bakışlarımı.
''Neden sürekli gökyüzüne bakıyorsun?'' Bana bakmadı bile. Yırtık üstü yüzünden titriyordu, zaten kıyafetleri inceydi. En sonunda ince dudaklarını araladı. ''Tanrı'ya dua ediyorum; yolda gördüğüm kızlar gibi pembe kıyafetlerim olsun, odam da ışıklı lambalar, ayıcıklar olsun, her zaman buraya gelen abinin elinde ki balonlardan biri benim olsun, evim olsun, aç olan karnım her zaman dolu olsun, mutlu olayım, annem gittiği yerden hemen gelsin,'' Şaşkınlıkla ona baktığımda yüzünü bana çevirdi. O kadar tatlıydı ki. Beş yaşında çelimsiz bir çocuktu daha o, hayalleri bile güzeldi.
İçim burkuldu. Bana doğru bakmaya devam ettiğinde gözlerime çevirdi bakışlarını. ''.. abla ben çok mu şey istiyorum?''
Masum sesine karşın sadece susmuştum, nutkum tutuldu. O bunları hak etmiyordu, banklarda uyumayı, aç kalmayı veya isteklerinden mahrum bırakılmayı.. O her şeyin en iyisini hak ediyordu, ancak yaşadığı hayata bakar mısınız? Çocuk karnı doysun istiyor, evi olsun istiyor. Onun özendiği çocuklar evlerinde rahatça uyurken o bunları düşünüp, soğuk havaya aldırmadan banklarda uyuyor. Bu adalet mi şimdi?
Bana baktı. ''Abla?'' Gözümden bir damla yaş düştüğünde dudak büzdü. ''Bu istediklerim imkansız mı?'' Gülümsemeye çalıştım. ''S-sen, neden buradasın?'' dediğimde kaşları çatıldı. Ağzını araladığında sanırım ağlayacaktı.
''Abla, burası benim evim.'' Kalbim buruktu, onun da kalbi ise daha buruktu. O bunu nasıl kabullenmişti? Bu sefil hayatı kendine kabullenmişti, o da biliyordu olmayacağını. İstediklerinin olmayacağını... olamayacağını.
Dudak büzdü, elleri saçlarıma gittiğinde durdu. Yutkundum. ''Neden elini geri çektin?'' Dedim bir abla edasıyla, elini geri çekti. ''Kirli ellerim ile güzel saçlarını kirletmek istemem.'' Yüreğime bir sızı girdi, dedikleri o kadar acıklıydı ki. Sesinde ki her ton hayallerini yansıtıyordu, her kelimesi hayalleri olduğunu söylüyordu. Nasıl olmasın ki? Dahaca beş altı yaşlarında bir çocuğun ne yapmasını bekliyoruz? Saçlarıma bakışı bile hayalleriydi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Valor del tiempo | jirosé
FanfictionKırmızı güller, son bulan nefesler, kaderin oynadığı büyük oyunlar, parçalanmış bir yürek ve sen. ©2020 | lavalia