Dün ki olanlar, resmen saniyesine kadar gözümün önüne düşüyordu. Bir çocuk öldürmüştüm, hayalleri olan bir çocuğu. Ona ümit olmuştum ancak ölüme terk etmiştim, iğrenç bir insanım.
Hayır Chaeyoung, sen öldürmedin. Şimdi fakülteye git, geç kalıyorsun.
Cansız yüzümü canlandırmak adına hafiften makyaj yaptım, makyaj bile işe yaramıyordu. Bir ölüye benziyordum bu halimle. Gözlerim istemsiz kapanıyordu, yatıp ağlamak istiyordum ama fakülteye gitmem gerekti. Gri boğazlı bir kazak ve kalın bir kot etek giydim. Eteğin altına dizime kadar gelen siyah çoraplarımı giymeyi unutmamıştım. Kahverengi uzun botlarımı ayağıma geçirdim ve kahverengi kabanımı giydim.
Havalar cidden soğuktu. Kasım ayındaydık, asla bu kadar soğuk olacağını tahmin etmezdim. Geçen seneye göre bu yıl ki aylar daha soğuktu. Kabanıma iyice sarılıp evden çıktığımda, apartmanın asansörüne bindim. Ayna da kendime baktım, ruhsuz gibiydim. Omuz silkerek dışarıya çıktığımda bacaklarıma hatta tüm vücuduma çarpan soğukluk ile irkildim. Fazla soğuktu.
Yürümeye başladığımda sabah saatleri olmasına rağmen esiyordu. Kabanıma daha sıkı sarılıp, çantamı kendime çektim. Önüme düşen yapraklar, ağaçlarından ayrılıp kendilerini Tanrı'nın emri ile, mevsim değişikliği için ölüme bırakmışlardı. Sonbahar olduğu için yol boyu yaprak vardı.
Yarım saat sonra fakülteye girdiğimde bedenimi ele geçiren sıcaklığa karşın derin bir rahatlama gelmişti. Tüm bedenim ısınırken stajımda bana profesörlük yapan kişinin yani Bay Namjoon'un odasına geçtim. Gerçekten sıcakkanlı ve zeki bir adamdı. 40 yaşlarında olmasına rağmen oldukça sağlıklı bir vücuda sahipti.
Odanın kapısını hafiften tıklattığımda içeri girdim, gülümseyerek bana döndü. ''Günaydın Chaeyoung.'' Zorla gülümsediğimde çantamı küçük bir masaya koydum. Kabanımı askılığa astığımda Namjoon elinde ki kağıtları masasına bıraktı.
''Bugün nasılsın?''
Berbatım.
İç sesim beni yansıtırken, mecburen olduğum durumun tam tersini, en olanaksızını söyledim. ''İyi, siz?'' Kafasını salladı ve teşekkür etti. Sanat bölümünde staj yapıyordum, sesim olsun, el becerim olsun bu yönden oldukça artılarım vardı.
Bay Namjoon'da bana çok destek çıkıyordu. Onu seviyordum, hayatımda yeri olan tek kişiydi sanırsam. Her zaman gittiğim kafenin bahçesinde ki gülleri saymıyordum bile. Onlar benim hayatımdı.
~
Hava kararıyordu, oysa ki saat dahaca 16.30'du. Evet, kışları hep böyleydi. Her zaman erken kararan Seul geceleri ayrı soğuk olurdu. Kabanıma hızlıca sarıldım ve fakülteden çıktım. Botlarım kaldırımda oldukça ses yaparken, etrafa bakındım. Taksi yoktu... Yürüyebileceğimi hiç sanmıyordum, bugün oldukça yorucu geçmişti.
Kalbime dün olduğu gibi tekrardan bir sızı girdi. Etrafa tekrar bakındım, iç sesim neden konuşmuyordu? Hızlı adımlarla evin yolunu tuttuğumda esen rüzgar tüm bedenimi soğutuyordu. Kalbim tekrar teklediğinde bu sefer durdum. Ortalıkta kötü bir şeyler yoktu, sezmiyordum da ancak kalbim neden tekliyordu?
İç sesime uyanması için yalvardım ama ses seda yoktu. Hava kararmaya yüz tutmuşken bir banka oturdum ve iyice çevreyi gözlemledim. Cidden bir şey yoktu, kötü olaylar olmuyordu ya da etrafta kötü biri dolaşmıyordu. Ne araba geçiyor, ne de kaldırımlarda fazla insan bulunuyordu.
Neler oluyordu?
İç sesim içimde bir kıpırtı olduğunda uyandı. Yavaşça kalktığımda buraya doğru gelen bir taksi gördüm. Durdurmak için elimi uzattığımda iç sesim buna karşı çıktı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Valor del tiempo | jirosé
FanfictionKırmızı güller, son bulan nefesler, kaderin oynadığı büyük oyunlar, parçalanmış bir yürek ve sen. ©2020 | lavalia