Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.
≭
Zaman, tüm hızıyla ilerlediği sırada omuzlarına çarptığı her insanı bir daha kalkmalarını imkansız hale getirecek sertlikte düşürürken oldukça aceleciydi; sonsuzluk yolunda periyotlara ayırdığı bedeninde, ilerlemesine rağmen hiçbir eksilme olmazken tüm varlıklarından ömrünü azaltıyor; diğer yandan kendi ömrünü uzatıyordu. Zaman, Tanrı'nın kendisine en çok benzettiği eseriydi; zaman her zaman vardı ve olacaktı fakat insanlar yalnızca ihtiyaç duyduklarında zaman kavramı üzerine düşünecek, onun periyotlarına muhtaç olacak ve çoğu zaman nasıl hızlı aktığının farkında olmayacaklardı.
Lalisa Manoban'ın her an zamanla ve diğer birçok şeyle kafası meşguldü fakat şimdi, belki de hiçbir zaman düşünmediği kadar düşünüyordu zamanı. Bir önceki gün Jungkook'un ertesi gün akşam saat 8'de kendisini yemeğe çıkaracağını söylemesini ardından neredeyse dakikaları saymış ve o saydıkça zaman ondan kaçmış; akşam saat 8 bir türlü gelmek bilememişti.
Ve şimdi akşam 8'e dakikalar kala, yağmurun dövdüğü penceresinden dışarıyı gerginlikle izliyor; adeta Jungkook'un yolunu gözlüyordu. Felaket derecesinde yağan yağmur penceresinden öylesine akıyordu ki dışarısı neredeyse seçilmiyordu. Lalisa bu havada araca binene kadar üzerinin mahvolacağını düşünerek lanetler ettiği sırada böyle bir heyecanı ve endişeyi ilk kez tattığı gerçeği yüzüne bir tokat gibi çarptı; yaşadığı bu rahatsız edici farkındalık biraz önceki coşkusunu tırmalarken daha fazla ayakta beklemekten vazgeçerek sırt kısmı pencereye bakan ikili deri koltuğuna oturdu. Gözleri duvarda asılı saatte takıldı; derin bir soluğu burnundan verdi ve sıcak dilini hafifçe serinlemiş olan dudaklarında gezdirdi.
7.53.
Midesinde üst üste ani kasılmalar meydana gelirken dış kapının vurulma sesi kulağına ulaştığı sırada bir anlığına nefesi kesilir gibi oldu; Jeon Jungkook gelmişti.
Onu bekletmemek adına hızlı hareketlerle askıdan aldığı paltosunu üzerine geçirirken boşta olan eliyle koltuğun üzerindeki minik siyah çantasını kaptı, zamanı geçirmek adına baştan aşağıya temizlediği odasına son bir bakış attıktan sonra kliniğin dış kapısına doğru seri adımlarla ilerledi. Çantasının ön gözünden çıkardığı anahtarla kapıyı açtığında karşısında bulduğu yüz sanki yüz yıllardır kayıptı; oysa ki yalnızca bir gün önce birbirlerini görmüşlerdi.
Aracını imkanı olduğu kadar kliniğin kapısına yaklaştırıp inen Jungkook'un güzel, siyah saçları sağanak yağmurdan nasibini almış; sırılsıklam olmuşlardı. Lalisa, yüzünden damlalar süzülen ıslak saçlı adamın güzel suratına bakarken kalbinin hızlanmaya başladığını hissetti; Jeon'a karşı hissettiği merakın artık yerini hoşlantıya bıraktığının ve bunun kendi ölümü olacağını biliyor ancak onu düşünmekten, ona dair heyecanlanmaktan kendini alıkoyamıyordu bir türlü.