Karanlık.
Karanlığın içindeyim. Ama tam olarak hangi koyuluğundayım bilmiyorum. Evet, birçok karanlık dönemler yaşadım. Birçok defa karanlığı hissettim. Birçok defa aydınlığımı bulamadım. Ama karanlığımı buldum. Klaus Mikaelson. Karanlığın ta kendisi.
Yalandı her şey. Tüm hissettirdikleri, yaşattırdıkları ve yaşattıracakları. Bana verdiği o kağıtlar.. Yalandı onlar. Ona daha çok bağlanmam için yazılmış, onu iyi birisi olarak görmem için yazılmıştı. Peki ben? Ben nasıl inanmıştım ona? Sadece birkaç aydır tanıdığım adama nasıl güvenmiştim? Herkes ona okulun en kötüsü diye hitap ederken, ben nasıl ona iyi demiştim? Ben nasıl onu.. Beyaz olarak görmüştüm?
Evet, doğru. Anlam verememiştim birden hislerinin bu kadar değişmesine. Ama o böyleydi. Hisleri durmadan değişirdi. 1 saat önce bana bağırırken, 1 saat sonra yemeğe çıkartmıştı. Nasıl kanmıştım ona?
Ama o hissizti. Sadece ben bunu anlayamamıştım. Onun tek hissettiği intikam duygusunun ona bahşettiği "öfke" idi. Ve öfkesinin tek sahibi, bendim.
Anlam veremiyordum. Tamam, babam alkolikti. Ama benim babam asla suçsuz bir kişiyi direkt ölüme terk etmezdi. Suçlu bile olsa bu kişi, onu düşünmeden öldürmezdi. Babam bunu yapmazdı. Bu kadar acımasız değildi. Biliyorum, sert kuralları vardı. Biliyorum, defalarca sarhoş olarak gelirdi eve. Ve sarhoşken düşünemezdi. Belkide.. yapmıştı. Benim babam bunu yapmıştı.
Ama benim suçum neydi? Bu olaydan beni nasıl sorumlu tutabilirdi? Ben suçsuzdum. Beyaz değildim, ama karanlığın koyusuda değildim. Ben griydim.
Masum gibi gözüken ama birçok hata yapan.
Ben.
Griydim.
Ama Klaus böyle görmüyordu. Bir suç levhası olarak görüyordu beni. Polislerin trafiğe koyduğu bir trafik levhası gibi. Ve Klaus Mikaelson, polislerden nefret eden adam, bu trafik levhasını ezip geçecekti.
Benden başlayacaktı. Ailemden kalan son kişilere, onun ve ailesinin yaşadığı tüm duyguları yaşatacaktı. Ama benim bu konuda yapabileceğim hiçbir şey yoktu.
Karanlık ve aynalarla çevrili odada tek başıma oturuyordum. Korkuyordum. Her şeyden. En çokta karanlıktan. En çokta.. Klaus'un ta kendisinden.
Gitmişti. Nereye gitmişti, bilmiyorum. Ama saatlerdir yoktu. Kapıyı açmayı birçok defa denedim. Ama açılmıyordu işte. Lanet kapı, açılmıyordu!
Kapının altından beyaz bir ışık içeriye sızıyordu. Ama karanlığa bir faydası yoktu. O kadar cılızdı ki, karanlık onu içine hapsediyordu. Ve o beyaz ışık, karanlık odada, karanlığa karışıyordu.
Benim sonumda böyle mi olacaktı? Bende karanlığa mı karışacaktım? Klaus beni karanlık mı yapacaktı? Biliyorum, yapacaktı. Hemde en koyusu yapacaktı.
Klaus'a kızamıyordum. Ne yaparsa yapsın kızamıyordum. Karşımdaydı, dokunamıyordum. O benden iğreniyordu. Hiç sevmemişti. Sevmeyecekti. Mümkün değildi.
Nasıl sevebilirdi ki? Abisini öldüren adamın kızını nasıl sevebilirdi? Dünya da bir tek ben kalmışım gibi.
Güzel değildim. Zayıf çıkan bir sesim vardı. Yüz hatlarım güzel değil. Fiziğim güzel değil.
Zaten güzel olarak tanımlanmadım hiçbir zaman. Hep sevimliydim insanlar için. Hiçbir zaman güzel değil. Klaus'un söylediği "Güzelsin" laflarıda.. Hepsi bir rus ruletiydi. Bana, kendimi sevmem için bir çok iltifat etmişti. Ama şimdi, o iltifatların yalan olması.. Kalbimi daha çok acıtıyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
One Day
Fanfictionİmkansız bir aşkın gerçekleşmesi ihtimali var mıdır? Kötü bir adamın masum bir kıza aşık olması gibiydi bu. Milyonda bir ihtimal bile olsa.. Gerçekleşebilirdi. Ya sonra? Devam eder miydi karanlığın derinliklerine çekilene kadar?