bölüm, 8.

86 12 5
                                    

Karton ve ufak bavulu ile annesine el salladı. Buradan bir diğer şehrin ucuna gidiyordu.

Baştan bu yana, yani dünden beri Yukhei duygularından emin değildi. Bu savaşa giderken içinde en ufak bir üzüntü yoktu. Sevinmiyordu da. Bomboştu. Geri dönecekti. Ya da ölecek. Bu hayattaki konumunu zorlasa da hatırlayamıyordu. Kalyona binerken bile adım atmakta zorlanıyordu. Arkadan birçok asker gelirken bekleme yapmadan girdi. Deniz onun tüylerini ürpertiyordu. Göğsünün üstü tuhaf bir biçimde sanki karıncalanıyor gibiydi.

Kamaralara yerleştiklerinde zaman kaybetmeden Doğu Denizi'nde yolculuğa başladılar. Çin donanması karşı karşıya geleceği milletle başa çıkabileceğe benziyordu. Liàng kalyonunun yapımı için tersanelerde birçok işçi kısa bir sürede çalışmıştı. Adı gibi denizler üstünde parlak bir hakimiyet sürecekti. Japonya'nın, Osmanlı'nın kalyon bozuntularını bile ezecekti bu gemi. Yapımcısı bir dahi olan Dejun gururla adından ülkede bahsettiriyordu. Kimse karşısında rakip olamazdı. Sadece tek bir varlık vardı. O da yüce Tanrıları. Yanındaki yardımcısı Yukhei de parlak bir geleceğe sahipti.

Bu kalyonda bulunan birçok kamarada en az 4 kişi kalıyordu. Böylelikle kimse tek kalmayacak, dönüşleri bile kalabalık olacaktı. Ağır kayıpların olmayacağı düşünülüyordu çünkü kalyonun etrafı demir kaplıydı, zarar göremezdi. Fakat Yukhei bunları bilmiyordu. İçinde bulunan makara sistemi ile topların kendi kendine gitmesi için akıllıca bir sistem gerçekleştirilmişti. Kolu çekince kendiliğinden topu fırlıyordu ve bahriyelerin işi kolaylaşıyordu. Bombaları devredışı bırakabilen bir sistem ortaya atmışlardı. Kesin olmasa bile bu denizdeki birçok bomba devredışı kalacaktı. Ne kadar güvenilirdi bilinemezdi ama bu yüzyılın en gelişmiş kalyonuydu. Ağırlık bakımından ve teknolojik bakımdan fazlası ile gelişmişti.

Kalyonun iç kısmına baktığımızda zeminde tahta yine hakim olmaktaydı. Yelkenlerin bulunduğu demir yıkılmayı engelliyordu. Boyandığı renkler ile karşı ülkenin bunu anlaması bile mümkün değildi. Ama o kadar büyüktü ki görenlerin ağzı bir karış açık kalıyordu.

Kamarasında kalan 3 kişi birbirinden bağımsızdı. Akşam olduğu için herkes kendi işine bakıyordu. Birisi yastığının altındaki resme bakıyor, diğeri sigarasını tüttürüyor bir diğeri ise çoktan beşinci kuzusunu saymayı bitirmiş kendisini uykuya vermişti. Yukhei işte o zaman elindeki defteri çıkarmış, ilk sayfasını açmıştı.

Babasının yazdığı yazı az biraz deforme olmuştu. Savaşa giderken henüz oğlunu bir saat geçmesine rağmen özlediği yazıyordu. İlerledikçe neler olduğu anlaşılıyordu. O da bir deniz harbinde idi. Hainler denizin altına yerleştirdiği bombalar ile bulundukları gemiyi alabora etmişti. Teknelere ancak dağılmışlardı fakat geminin kaptanı ve yardımcısı hayatını kaybetmiş, pusulaları olmadığı için gittikleri yönleri bilmeden düşmanın ellerine düşmüştüler. Ne acıdır ki oğlunun yeni yaşında bile düşmanın elinde oğluna hediye almayı istiyordu. Herkesin elinden düşürmediği şampanya şişelerindeki maket kalyonlar. Bunu almayı istemişti. Karısına aldığı hediye bahçeye gömülüydü. Harpten geldiğinde onu oradan çıkaracaktı. Ama ne yazık ki gelemez ise karısı tırnaklarıyla toprağı kazıya kazıya çıkaracaktı hediyesini. Sanki gömülmüş kocası imiş gibi.

Ama kocası toprağa değil suların altına gömülmüştü. Bu defterin elinde ne işi vardı, kim hainlerin elinden çekip kurtarmıştı bu defteri?

Defterin kapağını kapatıp gözlerini kapattı. Buraya nasıl gelmişti?

bir kitabı ziyaret ettim. luwooHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin