2.Bölüm ( Sığınak'da )

121 45 126
                                    

Bu atılan mavi sislerin dünyanın her yerinde olduğunu öğrendiğimizde tüm insanlar sığınak arayışına geçmiş yada sis'e uzak olanlarsa yeni bir sığınak inşa etme çabasındaydı. Ama çoğu insan yine bu sisin insanlar tarafınca yapıldığını bilmiyor ve kıyametin geldiğini düşünüyorlardı. Bizim 5 adamdan söz etmek gerekirse başkanımız mikkel ben şöförüm Jack, Bob ve Jordan silahlı korumaydı. Sisler heryerde yayılıyor ve bizim acilen bir sığınak bulmamız şarttı. Mavi sis ortaya çıkalı 3 gün karım öleli ise yine üç gün olmuştu. Frankurt'dan çok uzaktayım artık, şu an Amsterdam'a vardık sayılır. 1-2 saatlik yol var, sis essen'e kadar gelmişti. Adeta bizi kovalıyordu.dün çıkan bir arıza yüzünden arabalarımız bozulmuştu. O yüzden hepimiz kamyonda gidiyorduk.
Kamyonun içinde bulundurduğumuz gıda, su, alet edevat, kıyafet ve elektronik eşyalar bize tahminimizce 3 yıl gidecek. Diye düşünüyoruz. 3 yılın ardındanda gideceğimiz sığınak'dan çıkacağız.

Hızlı bir 2 saatin ardından Amsterdam'a girmiştik. Mikkel satın aldığı sığınağın yolunu tarif ediyordu. Mikkel'e bu konuda borçluyduk aslında çünkü insanlar sığınak bulabilmek için çok kan döküyordu. Mikkel evet evet işte burası dedi.
Sessiz bir sokaktı, pek bişi anlamamıştım aslında.
Eski yıpranmış tahtadan yapılma bir kulübe vardı,sokağın sonunda sokak zaten çıkmaz sokaktı. Kulübeye gittik, mikkel kapıyı açtı ve ne görelim kocaman basınçlı bir metal kapakdı. Gördüklerime çok şaşırdım böyle büyük bir sığınak hiç görmemiştim. İçeri girdik ve eşyalarımızı, gıdalarımızı vs sığınağın içine yerleştirdik. Sığınak'da 12 çok küçük, yatak anca sığan kapsül odalar, ana büyük bir salon, büyükçe bir depo, yemek salonu, çok büyük bir geri dönüşümlü elektrik jenaratörü ve su, oksijen vardı. Su, oksijen bölümleri mikkel'in anlattığına göre oksijen ve su bize hesapladığımız 3 yıl boyunca yetecekmiş elektrik ise daha kolay olacakmış salonda spor aletleri var bunları hergün 2 saat kullanmamızla yeterli elektrik üretilecekmiş.
Mikkel'in dediğine göre sığınağa bizim sayımız kadar kadında almamız gerekiyor vs anlattı ama kadın dedikten sonra aklım sedef 'e kaydı gitti onu ve karnındaki evladımı özlemiştim. Üzülmüş ve bezmiştim o anlarda ama bir anda telefonum çaldı arayan annemdi.Başta gözlerime inanamadım ama sonra telefonu açtığımda annemin sesini duymak bir acayipti. Onları çok özlemiştim ve öldüklerini düşünmüştüm. Annemler meğer Berlin'e varmışlar, büyük bir sığınakdalarmış. Bana dakikasının azaldığını ve benim aramamı söyledi. Neyse ki dakikam vardı. Annemi aradım, annem yaşadıklarını teker teker anlatmaya başladı.

Annem ;
-otobüsümüzde Bonn'a varmadan benzin kaçağı arızası oluştu. Bizde yakınlarda biryerden yardım istemek için yolun karşısından ormana girdik.250-300 metre ilerledikten sonra büyük bir çiftliğe denk geldik çiftlikteki adam sisten habersiz yaşıyordu. Ona olanları hızlıca özet geçtik o da telaşlandı. Ona yakıt getirdiğimiz takdirde bizi tarım uçağına alıcağını söyledi. Bizde baban ben ve kardeşin otobüsün yanına geri döndük. Yakıt kaçıran kısımdan yakıt çaldık diğer insanlara gözükmeden bazen hayatta kalabilmek için bazı şeyleri feda etmen gerekir oğlum bizde uçakla kalkıp giderken dumandan ucu ucuna kaçmıştık. Otobüsde benzinsiz bıraktığımız o insanların dumanda çırpındıklarını havada görebiliyorduk. Kendimizi birdaha nasıl affederiz bilmem. Şu an yeni vardık Berlin'e siz nasılsınız, gelinim nasıl ? dedi.

Ne diyeceğimi bilemedim. Ama yalan söylemek istemedim gerçekleri anlattım. Anlatır anlatmaz bir çarpma sesi geldi, sanırım annem telefonu düşürmüştü. Sandığım gibi olmuş telefonu babam almıştı :
- annen bayıldı oğlum biz seni sonra ararız başımız sağolsun. Dedi.
Zor bir telefon görüşmesiydi. Yaşamak için, hazırdık. Mikkel ve diğerleri dışarıda bizle yaşamaları için 5 kadın buldu. Artık sığınak'da büyük metal kapak kapandı.
İlk aylar sakin geçmişti fakat ilk yılın sonları zorlu gerçekten epey zorluydu çünkü mikkel sığınağa aldığı 5 kadının kullanabileceği elektrik miktarını hesaba katmamıştı. Yine o zorlu günlerden birinde herkes salonda toplandı ve mikkel bir açıklama yaptı,;
-Arkadaşlar neredeyse 1yıldır buradayız. Elektriğe ihtiyacımız var, bu sebeble 2 saatlik olan spor aletlerini kullanmayı 6 saate çıkardık. Herkes sorumluluğunu yapsın.Yoksa çöp sisteminden kapağın dışına atılırsınız.
Mikkel'in bu kelimeleri bende şüphe duymama sebeb olmuştu. Çünkü mikkel'in kadınlar arasından sevdiği biri vardı. Adı Martha'ydı. Martha mikkel'e fazla güveniyor ve hiç alete binmiyor veya hiçbir sorumluluk almıyordu. Bunu mikkel'e söylediğimde mikkel bana çok kızmış ve Martha'dan taviz vermeyeceğini, isterse Martha'nın çalışmayacağını söylemişti. Bunu söylemesinin ardından bende çok kızmıştım belli etmemiştim. Mikkel'in sorumsuzluğu yüzünden ölmek istemiyordum çünkü sığınak'daki her fonksiyon elektrikle çalışıyordu. Ayrıca sığınak'da toprak yoluyla hava sızması gerçekleşiyordu, bu toprağın sızdığı yer ise bob'un kapsülüydü.İlk yıl farketmemiştim, ama bu yıl kendini gösteriyordu maalesef. Çünkü Mavi sis bir yıl içerisinde evrim geçirmiş ve artık bulaşıcı bir hastalık olmuştu. Bu hastalığın ilk belirtisi bob'da gözüküyordu. Bob sakin çok konuşmayan alkol, sigara veya madde kullanmayan temiz bir adamdı.
Ama şu sıralar alkol çok içiyordu. Fazlaca öksürüyor ve saçları dökülüyordu. Hastalığın getirdiği alkol bağımlılığı yüzünden aklı hiç başında olmuyor ve sızıntıyı mikkel'e anlatamıyordu. Ben mikkel'e defalarca anlatsamda hiç umursamadı çünkü Martha ile elektrik aletleri konusunda tartışmışdım ve buna çok kızmıştı. Daha fazla dayanamadım ya burda ölecektim yada dışarıda ölmeyi tercih ettim. Çünkü çok belli bariz bu hastalık tüm sığınağımıza bulaşmış kimsenin aklı başında değildi. Önce gaz maskesi ve hava geçirmez bir tulum giydim.büyük bir sırt çantasına konserve yemek, su, bir kaç silah aldım. Ve iki tanede mini oksijen tüpü aldım. Artık gitmek için hazırdım. Tane tane adımlarla sığınağın merdivenlerinden yukarı çıktım.
Sesleri duymuş olsa gerek mikkel yanıma koşar adımlarla geldi. Nereye gidiyorsun dedi ama ağzından su damlıyor ve gözleri maviydi. Galiba artık hastalığın son evresiydi. Elindede çift namlulu bir tüfek vardı,bana doğrulttu. Bende hızlıca tekme atıp merdivenlerden aşağı attım. Kafası kanıyor fakat galiba ateş edicekti. Cebimden tabancayı çıkarıp vurmak zorunda kaldım. Kafasının orta yerine vurmuştum, kanı kırmızı değil maviydi.

Diğerleride gelmeden çıktım. Dışarıda yüzlerce ceset vardı fakat ne mavi sis vardı nede mavi herhangi birşey sadece ölü insanların gözlerinde mavi lekeler vardı. Artık sadece o bulaşıcı hastalık sokaklarda geziyordu.annemlere Bir türlü ulaşmam gerekiyordu. Onlardan başka gidecek ne yerim ne tanıdığım vardı. Eski tahta kulübede çıktıktan sonra o sokaktaki evleri gezdim, yaşayan insan varmı? sağlıklı insan varmı? Diye.
Ama kimseyi bulamadım. Şehrin kıyı mahallerinde telefon kulübesi olmayacağını biliyordum. O yüzden şehir merkezine amsterdam'a geldiğimiz kamyonla gittim. Merkezde çok insan vardı ama sağlıklı birini bile göremedim. Epey bir arayışdan sonra bir telefon kulübesi bulmuştum fakat kulübenin etrafında 3-4 tane hastalıklı vardı. Birbirlerine saldırıyorlar yemek bulmak çok zor olsa gerek, biraz kulübede uzaklaşmaları için kamyonda bekledim,ama gitmediler. Sonunda dayanamayıp elime yarı otomatik tüfek aldım ve çıkıp hepsini öldürdüm. Silah seslerini duymuş olsa gerek hastalıklardan bir çoğu başka başka yerlerden koşmaya başladılar üstüme ya savaşacaktım yada kamyona atlayıp kaçacaktım. Kaçmayı tercih ettim orda ölebilirdim. Başka bir telefon kulübesi bulup aileme ulaşmam gerekiyordu.

Devam edecek...

Mavi SisHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin