1. BÖLÜM

7.6K 747 541
                                    

Bir Pazar Kahvaltısı / Emre Aydın

⭐⭐⭐

Geceler sonsuz gibi görünür fakat geceler, sonsuz değildir.

Albert Camus

Hasret o sabah hızlıca ettiği kahvaltının ardından evden çıkarken dün gecenin yorgunluğunu henüz atabilmiş değildi. İşi hemen her gece sabaha karşı bittiği için eve geldiğinde doğru dürüst uyuduğu bile söylenemezdi. Gelecek faturanın derdine düştüğünden geçen bir ayda bir yakıp bir söndürdüğü elektrikli sobayı çetin kış gecesinde salonda yatan babasının yanında bıraktığı için vardiyalı olarak bile ısınması mümkün olmamıştı. Babasını yeni yıl arifesinde, kaldığı rehabilitasyon merkezinden hafta sonu için eve getirmişlerdi.

Keşke getirmeselerdi dememek için dünden beri her seferinde dilini ısırıyordu. Babası yanında olduğu için ondan mutlusu yoktu ancak onun durumunda biri için iki yıl öncesine dek birlikte yaşadıkları çatı katı, sağlığını destekleyecek asgari fiziki şartları bile sağlamıyordu. Böbreklerini üşütmemesi, fizik tedavi programının aksamaması, en basitinden tuvalete gidebilmesi için bazı düzeneklerin kurulu olması gerekiyordu. Hatta tuvalette bir sıcak su musluğu da olmalıydı ve evlerindeki külüstür şofben dedesinin takma dişleri gibi takır takır çalıştığından banyo yaparken, eğer o gün keyfi yerindeyse ancak ılık akıyordu. Kaldı ki lavabodaki suya ulaşsın. Onun gelişinden duyduğu haz, bir an önce merkezdeki sıcak odasına dönmesi gerektiğinin zorunluluğuna bırakıyordu yerini. Kapıdan çıkmadan onu son kez kontrol etmek için döndü.

"Baba sen rahatsın, değil mi? Bir battaniye daha örteyim mi dizlerine?"

"Hayır, kızım gerek yok. Ben iyiyim. Bacaklarım üşüyorsa bile bana haber vermiyorlar."

Hasret kırık bir gülümsemeyle baktı adama. Üç yıl öncesine kadar dağ gibi, onu sarmalasa tümden kaplayacak irilikte dimdik duran adam üç yılda otuz yıl yaşlanmış görünüyordu. İlk bir yıl mahkemeler, davalarla geçen süreçte tazminat alana dek tedavisi ihmal edilmişti. Nihayet yatılı bir yer bulduklarında dünyalar Hasret'in olmuştu. Şimdi oradaki rahatın iki günlüğüne bile olsa bozulması canını sıkıyordu. Salondaki açılır kanepeyi yatak yapmıştı. Sürahideki suyu, her ihtimale karşı yedek yastığı, televizyon kumandasını kontrol etti.

"Dünden poğaça yapmıştım. Mutlaka ye tamam mı? Ben çok geç gelirim."

Keşke gitmesem diye düşündü. Bunu baş başa yaşadıkları yıllarda, babası felce yeni uğradığında o kadar sık sesli dile getirmişti ki, babasının günden güne çizgileri artan yüzünde bunun çok başka anlama geldiğini geç fark etmişti. Çalışmak zorunda olduğundan yakındığını, onu yük gibi gördüğünü düşünmüş olmalıydı. Halbuki Hasret, babasına bakmaktan asla gocunmuyordu. Sadece onu geride bıraktığında gözü arkada kalıyor, sağlığı için endişeleniyordu. Babası İsmail Kalaylı da böyle olmasını istemezdi elbette. Onu bacaklarından eden vahim kazadan önce işinin, gücünün başında, kuvveti yerinde, kızının her dilediğini makul ölçülerde yapan baba gibi babaydı. Hasret için değişen tek şey, onu mutsuz görmekten duyduğu endişeydi. Babasını taparcasına seviyor, onun kararlarına saygı duymasının şansını iliklerine kadar hissediyordu.

"Beni merak etme. Kendine dikkat et bir tanem. Allah senden razı olsun." Tam kapıdan çıkacakken bu kez onu durduran babası oldu. "Hasret, bak ne diyeceğim?"

"Sen de beni merak etme baba. Mini etekle üşümüyorum. Bar hamam gibi sıcak oluyor, biliyorsun."

Giydiği kıyafeti eleştireceğini ya da onu ikaz edeceğini sandığı için adam güldü kızına. Roller uzun zaman önce değişmişti. Kendini elli yaşında işe yaramaz bir bebek gibi hissediyordu ama bunu kızına hissettirirse onu üzeceğini bildiğinden o gidene kadar bekleyebilirdi.

Seni TanıyorumHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin