Karanlık senin burada olduğunu biliyor...
Dikkatli ol seni her an bulabilir…
…
Biliyordum.
Odamda uyumuştum. Fakat burası benim odam değildi. Uyandığımı da hatırlamıyordum. O halde buraya nasıl gelmiştim? Hala uyuyor olamazdım değil mi? Ormanlık bir yerdeydim. Güneş batmak üzereydi. Arkamda küçük bir ev vardı. Kulübe diyemezdim çünkü bir kulübeye göre büyüktü. Tahtadan yapılmıştı ve verandası vardı. Önündeki küçük alanda birkaç tane meyve ağacı vardı. Burada birisi mi yaşıyordu? Beni burada gördüğünde pek hoş karşılayacağını hiç sanmıyordum. Bir an önce gitmem gerekiyordu.Yürümek için adım atmaya çalıştığımda ayaklarım olduğu yerden bir santim ilerlemedi. Neden hareket edemiyordum. Zihnim panik haline girerken vücudum kitlendi. Neler oluyordu? Gölgeleri gördüğüm kâbuslarımda bile hareket edebiliyorken neden şimdi olduğum yere çakılmış gibiydim. O sırada evin kapısı açıldı ve bir kız dışarı çıktı. Gözlerim bana ihanet etmeye karar vermediyse gördüğüm şey tam olarak saçmalıktan ibaretti. Oradaki kız bana benziyordu. Tek değişik yanı onun siyah saçlı olmasıydı. Ben kahverengi saçlara sahiptim. Onun vücudunda dövmeler, şekiller vardı. Bunun dışında aynıydık. Üzerinde siyah bir kot ve siyah bir atlet vardı. Üşümüyor muydu? Kız etrafına baktı. Gözleri benim üzerimden geçip diğer tarafa odaklandı. Beni görmüyor muydu?
“Dışarı çık komutan!” dedi ruhsuz sesi.
Bu ses bana çok aşinaydı. Neyin içine düşmüştüm ben böyle?
Sağ tarafımdan gelen çalı sesi o tarafa dönmeme neden oldu. Hala yerimden kıpırdayamıyordum. Çalıların arasından bir kişi çıktı ve ben çıkan kişiyi tanıyordum. Drew ‘in burada ne işi vardı? Fakat onda değişik olan bir şey vardı. Benim tanıdığım Drew böyle görünmüyordu. Üzerinde siyah pantolon ve siyah tişört vardı. Bazı şeylerin değişmiyor olması ne kadar da güzeldi! Sırtında iki tane kılıç vardı. Belindeki kemerde ise çeşit çeşit bıçak diziliydi. Vay be savaşa mı gidiyordu? Diğer yandan onun tanımadığım yeri yüzüydü. Onun yara izi vardı. Yanağından başlayarak dudağına kadar giden bir yara izi vardı. Kollarında yeni iyileşmiş yaralar vardı ve onun da teninde semboller vardı.“Senin yeteneklerine hayranım prenses!” dedi Drew ve güldü.
Bana benzeyen kız yüzünü buruşturdu. “Bana prenses demeyi bırak çocuk!”
Çocuk mu? Neler oluyor burada demek istesem de sesimin çıkmayacağını biliyordum. Ben burada bir hayalettim ve film bitmeden serbest kalamayacaktım.
“Senden yaşlı olduğuma eminim Lilith!” dedi Drew kaşlarını kaldırarak.
“Ne istiyorsun?” dedi adının Lilith olduğunu öğrendiğim kız ters bir tonda.
“Kardeşin için bir şey istemeye geldim.” diyen Drew ona doğru birkaç adım attı. “Biliyorsun savaş hala devam ediyor.”
Lilith ‘in yüz ifadesi düz bir tona büründü ve kollarını göğsünde birleştirdi. “Sevgilin için benden yardım istemiyorsun değil mi? Zira savaş benim savaşım değil.”
Gözleri kırmızı bir renge büründü ve bir anda yok oldu. Bu kız neydi böyle? Ve neden bana bu kadar tanıdık geliyordu? Neden kardeşin dediği anda göğüs kafesimde bir şey kırılmıştı?
“O benim sevgilim…önemli olan bu değil onu korumanı istiyorum. O gölge evin tek umudu. Lütfen ölmesine izin verme!”
“Kimden yardım istediğinin farkında mısın sen?” dedi Lilith ve gözleri tamamen değişti.
Birisi kırmızı olurken diğeri siyah bir renkle parlıyordu. Hasss... Bu kızda neyin nesiydi böyle? Az önce kıpırdatamadığım bedenim bir rüzgâra kapılmışçasına geri savrulduğunda zihin hapishanemden kurtuldum. Nefes, nefese doğrulduğum yatakta ilk defa çığlık atmamıştım. Ellerim alışkanlıkla göğsüme gitti. Sık nefeslerim arasında uzun saçlarımı geri attım. Az önce ben ne görmüştüm? Gözlerim ay ışığında parlayan aynaya düştü. Aynada ki aksimde gördüğüm şey Katelyn değildi. O Lilith ‘e benziyordu. Yutkundum ve gözlerimi birkaç kere kırptım. Gözlerimi açtığımda görüntü normale dönmüştü. Başım önüme düştü. Zihnimin karanlık mahzenleri ilk kilidini açmış ve beni içeri buyur etmişti. Ben ise bunu nasıl anlamam gerektiğini bilmiyordum. Mantığın istifa ettiği yer burası olmalıydı. Neden kalbim kırılmış, terk edilmişim gibi bir ağrı çekiyordum? Örtüyü üzerimden atıp her gece yaptığım koşulardan birini yapmaya karar verdim. Üzerimi saniyeler içinde değiştirip minik adımlarla kapıya ulaştım. Lettie ‘yi uyandırmak istemiyordum. Benim için yeterince endişeleniyordu zaten. Bunun az derecede olmasını istiyordum. Artık benim yerime kendisi için endişelenmeye başlaması gerekiyordu. Kapıdan çıktığım gibi her zaman ki yola doğru koştum. Odanın içinde kalmak bana hiç iyi gelmeyecekti. Gecenin bir yarısı koşuya çıkmak akıllı bir insana göre değildi. Ne var ki ben bir deliydim ve bundan hiç utanmıyordum. Soğuk bir koşunun arkasından eve geri döndüğümde güneş henüz çıkmamıştı. Bahçe kapısını açacağım sırada bir ses arkama bakmama neden oldu. Omzumun üstünden ağaçlık alana baktım ve sokak lambasının izin verdiği kadarıyla sesin kaynağının ne olduğunu görmeye çalıştım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Gölge Kanatlar
Fantasy"Gecenin sırrını ifşa ettin!" Her gece ortadan kaybolan insanların arkasında bıraktıkları tek şey bu nottu. Şehrin güneyindeki küçük bir kasaba büyük bir sırrın ev sahipliğini yapıyordu. İnsanlar her gece kayboluyor ya da ölü bulunuyordu. Hiç kimse...