vesile'ye. bunca zaman geçti, sen geçmedin. belki sen beni çoktan unuttun. ben hatırlıyorum. zihniyle sınanan canavar olduğumu hep biliyordun. çünkü bize insanların asıl canavarlar olduğu öğretildi. o zamanlar evimin uzun yokuşlarında hep kaybolurdum ve senin gecekondu yön gösterirdi bana. mıknatıssız pusula. bir zamanlar senin yaşadığın gecekondu yıkılmış. hani duvarlarına ayyaşların yazdığı şarkı sözleri olan ve senin o şarkılara bayıldığın. bahçesinde meyve ağaçları olan. ana yola bakan. çocukluğumu taşıyan. içindeki seninle ben de yıkılmış. ama ben seni ayakta tutuyorum. düşürmüyorum. hatrımın gittiği yere kadar. bir daha ne zaman karşılaşırız bilmiyorum, belki hiç, belki asla, belki ne uzak ne yakın. ben seni seviyorum. büyüdüm. sen de büyüdün muhtemelen. zamana ayak uyduramıyorum. kalbimi düşürdüm tanıdığım çocukları ayakta tutuyorum. devrilmek büyüklere mahsusmuş. bunu öğrendim. ne kadar itsen de çocuklar devrilmiyor. sen ve ben. bunu yaşayarak öğrendik. papağanlar adımızı tekrarlarken. ben bu yaşıma geldim ve sana söylemek istediğim bir şiir buldum. adına bak, tam biz divaneler için yazılmış gibi. "hatırlat da haziranın sonlarında çocukluğumu yakalım."
sensiz birçok şey öğrendim. hasan'sız. binlerce gizem. ama elimde olsa sadece bir tanesini veririm.
o hep yakındığımız, yırtık pırtık yakalarımızla doğduğumuz, üstümüzdeki derde çare bulamıyoruz diye kendimizi kötü bildiğimiz, ıkına ıkına ortasında savaştığımız dünya var ya vesile. daha kötü canavarları taşıyor içinde. biz seninle yanlış yerde doğup zıt yöne ayrılan iki hayaletiz. sonradan öğretilmiş doğrular için değil, kendi kendimize, kazıya kazıya bulacağımız gerçekler için duruyoruz ayakta. dimdik. bununla doğduk.
seni hatırlıyorum. gittiği yere kadar.(kerkenez, 1969, dir. ken loach)
"Sabit dur bebeğim, canın acıyacak."
Yarası sızladığı için kendini geri çekiyordu, pamuğu bastıramıyordum.
"Üzgün üzgün bakmak yerine öpersen çiçek açarmış kabuk bağlayan yaralar." dedi içimi okuduğunu düşündüğüm bir anda.
"Sen ve deyimlerin," dedim.
"Ben ve senim."
Güldüm istemsizce. Sanki dakikalar önce bana açık açık âşık olduğunu vurgulayan o değilmiş gibi durabildim.
"İçim gidiyor, Jeon. Bakma bana öyle."
"Bir daha bana böyle yara bere içinde gelme." dedim içimdeki sızının nedenini anlamaya çalışırken. Masanın üstündeki buzluktan çıkarttığım limanı moraran yanağına tuttum.
"Bir keresinde ben çocukken babamı bayıltana dek dövmüşlerdi alacaklılar, eve kanlar, morluklar içinde geldi. Annemin o anki bakışını unutamıyorum. Sen şimdi annemin yüzündeki korkuya bakıyorsun. Fazla etkileniyorum. Çünkü sen benim kimi zaman dokunmaya kıyamadığım camdan yusufçuğumsun ve insanlar sana kolayca zarar verebiliyor. Ne kadar dinç de olsa zaafları olan bir adamım. Lütfen bu kadar büyük yaralar alıyorsan kapanmaya yüz tutmadan gelme."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
zamanın ütüsü bozulmuş yakası
Roman d'amouryankılanan bir ağrı gibi gittiğim her yerde duyarken seni. içime taşıyorum, bulanıyor, ben seni yaşıyorum. gülüyor, chevkso. "sen aşkı yaşamıyor, ölüyorsun." diyor. ben seni bugün denize bırakıyorum. yıldızlar dökülüyor. bilmiyorsun, dünya hatırımı...