Herkese selamlar. Umarım hikayemi beğenirsiniz.
Yorum yapmayı ve minik yıldızı boyamadan geçmeyelim. Bu zorlu günlerde yardımcı olacak ve biraz uzaklaşacağınız güzel bir hikaye...
İyi okumalar...😊💜Tolga, yol boyu o kadını nasıl bulacağını düşünüyordu. Karar vermişti. Ne olursa olsun bu kadını tanıyacaktı. Acaba düşündüğü gibi biri miydi? Yoksa çok daha farklı biri miydi? Belki de delinin tekiydi. Belki de o mezarda yatan insanları tanımıyordu bile. Belki de düşündüğü gibiydi. Gerçekten de eşi ve oğluyla konuşuyordu. Bunu öğrenmesi gerekiyordu. İçindeki meraka engel olamıyordu.
Aldığı anlık kararla beraber yolunu kabristana çevirdi. Belki yine orada görürdü. Ve konuşma fırsatı bulurdu. Hızlı ve kararlı adımlarla yürümeye başladı. Mezarlığa geldiğinde önce biraz bekledi. İçine yine bir şüphe düşmüştü. Bunu neden yapıyordu? Ne istiyordu? Amacı neydi ki? Öylesine bir merak mı? Yoksa gerçekten o kadının hayatına olan merak mı? Ya da sadece amacı o kadınla bir bağ kurmaktı? Bilmiyordu. Öğrenmek istiyorsa o kadını bulmalıydı.
Ve biraz da endişeli bir halde giriş yaptı. Mezarlığın başına geldi.
Çetin-Pamir Kabaş yazılı iki mezarın başına geldi. Üzerindeki çiçeklerin sürekli sulandığı belliydi. Canlı duruyorlardı. Ama uzun süredir gelinmediği de belliydi. Sanki uzun zamandır ziyaret edilmiyormuşçasına. Sonra buna ihtimal vermedi. Kadının bunu aksatmayacağını biliyordu. Yanıldığını düşündü. Ve biraz beklemeye karar verdi belki gelir diye. Uzun süre bekledi. Ama ne gelen vardı ne giden.
Bu sırada yanına mezar bekçisi geldi. Tolga'nın yabancı olduğunu anlamış gibi sorgulamaya çalıştı. " Siz tanıyor musunuz burada yatanları? Nesi oluyorsunuz?" Bu soru karşısında şaşırsa da hiç istifini bozmadan "Evet yakın bir arkadaşımdı. Yeni duydum kaybettiğimizi ben o sırada yurt dışındaydım. Yeni geldiğim için ziyaretine geldim." "Yaa başınız sağolsun. Bir kadın sürekli geliyordu. Ama sizi görmemiştim. Ondan böyle sordum. Kusura bakmayın. Siz devam edin lütfen." " Yok önemli değil. Ben bu kadının kim olduğunu sorabilir miyim? Tabii bir bilginiz varsa" " Eşi ve annesi olduğunu söylemişti. Hem eşini hem de çocuğunu aynı gün kaybetmiş zavallı kadın." "Anladım. Teşekkürler." " Tanıyor musunuz" " "Evet tabii. Eşi ve oğlu ölünce çok üzülmüş diye duydum. Sürekli geliyormuş. Daha başsağlığına gidemedim."
"Evet, her salı sabahın erken saatlerinde gelir. Uzun süre de gitmez, oturur. Kendince sohbet eder. Onu burada görmeye artık alıştık."Bir süre sonra da Tolga hayal kırıklığı içersinde kabristanın çıkışına ulaştı. Ya şimdi ne yapacaktı? Kadını bulamamıştı. Neden gelmemişti acaba?
İşte tam da o an da yolun başında siyah kısa topuklu ayakkabısı ve yine siyah el çantasıyla göründü küçük ama acısı büyük kadın. Ne yapacaktı ki şimdi? Kadın onu tanımıyordu. O da aslında kadını tanımıyordu. Ama nedense yıllardır tanıyor gibi bir his vardı içinde. Bunu nasıl yansıtabilirdi kadına? Eh tabi ki konuşmaya başlayarak. Ama nasıl? Önce selam mı verseydi? Ama niye ki hiç tanımadığı bir insan ona selam veriyor. Bu pekala normal ama bir o kadar anormal bir durum. Ya da eskiden yaptığı gibi gözetlese uzaktan ve bir anda yanına yaklaşıp konuşma başlatsa? Bu iyi bir fikir olabilirdi. Bir o kadar da korkutucu. O bunları düşünürken kadın çoktan yanından geçip gitmişti. Neden bu kadar düşünmüştü ki? Ahh salak Tolga! Git kadının peşinden. Aç birden konuyu. De ki ben ressamım yani en azından o yolda ilerliyorum. Sizi gördüm. Çok etkilendim. İzniniz olmadan resminizi çizdim. Hatta sergime de iki gün var. Gelip görün desene... Öyle dese kadın çok mu kızardı acaba üstüne atlar mıydı peki? Onun bir sapık olduğunu bile düşünebilirdi. Ee onu deme bunu deme ne diyecekti yani? Belki de hiç girmemeliydi bu işe. Sadece resimdeki gizemli,yorgun kadın olarak kalmalıydı.
***
O şekilde ne kadar kalmıştı. Ne kadar uzun düşündü. Bilmiyordu. Ama bir o kadar uzun kalmış olmalıydı ki kadın mezarlıktan çıkıyordu. Ve Tolga aynı pozisyonda aynı yerde put gibi duruyordu. Kadın bunu farkeder miydi? Bilmiyordu. Ama farketmiş olacak ki omzuna dokunan bir elle Tolga uykudan uyanırmışçasına kafasını bir anda kaldırdı. Ve gözlerini o elin sahibine çevirdi. Bunu hiç beklememiş olacak ki onun ani olarak verdiği tepkisi karşısında kadının ağzından ufak bir "hii" sesi çıktı. Aslında ikisi de dalgındı. Ve ikisi de korkmuştu. Bu Tolga'ya tuhaf ve biraz da komik geldi. Ve yine ufak bir tebessüm etti. Kadının yüzünde bir değişiklik yoktu. Ve bunu farkedince Tolga da aynı ifadesini takındı. Ve kadına bakmayı sürdürdü. Bu sırada küçük kadın ona iyi olup olmadığını sordu. Tolga kadınla konuşabilmek için türlü türlü konular sorular düşünürken, tam tersi kadın ona yönelik bir soru yöneltince bunu bir işaret olarak görüp içten içe sevindi.
"Pek sayılmaz. Eğer hayatta yakınınızı kaybettiyseniz pek iyi olamıyor insan. Hep bir yanı hüzünlü oluyor."
" Ben içeri girip çıkana kadar siz burada böyle duruyorsunuz. İçeri girip girmediğinizden bile emin değilim. Bu kadar uzun süre aynı pozisyonda aynı yerde kaldığınıza göre oldukça düşünceli de olmalısınız. Sanırım kaybettiğinizi söylediğiniz kişi sizde oldukça derin bir iz bırakmış olmalı."
" Öyleydi. Derin bir iz bıraktı ben de. Yokluğuna hala alışamadım açıkçası. Uzun zaman oldu. Ama sanki dün gitmiş gibi. Acısı hala taze."
" B- be- ben de canımı ve canımdan bir parçamı burada bıraktım. Evde yine beraberiz tabi ama buraya gelmeden olmuyor. Benim oğlum masal okunmadan uyuyamaz da."
" Masal okumadan?"
"Ah, evet masal. Masal tabi ya. Pamir'im, oğlum, canım, kanım, bitanem,meleğim o benim,herşeyim. İşte masal okunmadan uyumazdı. Minicikti, küçücüktü benim oğlum. Dünyaya daha yeni yeni alışıyordu. Ama işte hayat onu benden kopardı. Onu da Çetin'imi de...Ay kusura bakmayın. Asıl size sormak için şey ettim. Ama sizi bir de kendi derdimle boğdu-" " Hayır hayır öyle değil aslında sayeniz de ben de içimi dökebildim. Sağolun ilginiz için."
Kadın bir şey demedi. Sustu. İkisi de sustu. Bir süre sonra kadın gitmek için bir hamle yapacakken Tolga anlık bir soruyla onu durdurdu. "Adınız nedir?" Kadın şaşırmıştı bu soruyla. O sormamıştı adama adını. Aslında kendi gibi biriyle karşılaştığı için bir yandan merak etmişti adamın yaşadıklarını ama adama adını sormak aklına gelmemişti. "Adım Bade." Dedi. "Ben de Tolga Çakır." İkisi de yine sustu. Söyleyecek konuşacak bişey kalmamıştı. Tolga bir an düşündü. Bu böyle sonlanamaz dedi kendi kendine. Bir şey yapmalıydı. Ve sonra kadına bir yerlerde oturup bir şeyler içmek dertleşmek istediğini söyledi. Emindi ki ikisinin de anlatmak isteyip anlatamadıkları çok şey vardı. Bade bu teklifi kabul etmek istiyordu. Ama Çetin'in vereceği tepkiden korkuyordu. Çetin kıskanç biriydi. Başka bir erkekle görüşmesine kızabilirdi. Belki onun adına sevinedebilirdi. Çünkü uzun zamandır kimseyle muhabbeti olmamıştı. Hatta acısını bile içine atmıştı. Sadece Çetin ve Pamir'le konuşuyordu. Uzun süre Bade'den cevap gelmeyince Tolga onun duymadığını düşündü. Sorusunu yineledi. Bade hala düşünüyordu. Sonunda karar verdi ve kabul etti. Tolga ona burdan biraz uzakta olan ama yemeğinin çok güzel olduğuna emin olduğu bir yeri önerdi. Beraber gidebilirlerdi.
Bade'nin gözlerindeki o küçük sevinci ve gizli bir yerlerdeki korkusunu gördü. O an her yerini merak duygusu sardı. Bu kadının korkusu neydi? Neyden çekiniyordu? Neye alışamamıştı bu kadın? Yalnızlığa mı? Yoksa fazla mı özgür kalmıştı? Bu özgürlüğün verdiği bir korku muydu? Bunu öğrenmek istiyordu. Bunu her şeyden çok istiyordu. Bu sırada Bade'nin dudaklarının hareket ettiğini farkedip ona kulak kabarttı. Kısık kısık bir şeyler konuşuyordu. Onunla mı konuşuyordu yoksa başka biriyle mi? Belki de şarkı mırıldanouordur diye düşündü. Doğru ya kendi içindeki sorulara dalmış ve kadını kendiyle baş başa bırakmıştı. Laf olsun diye " ne mırıldanıyorsunuz" kadın onun kurduğu cümleyi duymazlıktan geldi. Ya da gerçekten duymamıştı. Tolga sorusunu yinelemek zorunda kaldı. Ama daha tekrar edemeden Bade ona başka bir soru yöneltti. " Siz kiminizi kaybetmiştiniz?" Tolga düşündü bir an gerçekten merak mı etmişti. Yoksa öylesine mi soruyordu. Onu bekletmeden "kardeşimi..." Tekrar konuşmak istedi ama başka bir şey söyleyemedi. O an aklı karışmıştı. Birden cevap vermişti. Ve bu bile onu oldukça etkiledi. " Başınız sağolsun. Benim kardeşim yok. Belki olsaydı acımı onunla paylaşabilirdim. Ama yok." Anneniz, babanız?" "Onlar ben çok küçükken ölmüşler. Beni babaannem büyüttü. Tabii onu da aynı kazada kaybedince kimsem kalmadı." "Hangi kazada?" Bade yine sustu. Yürümeye devam ettiler. Tolga onun üstüne gittiğini anlayıp kendinden bahsetti. " Ben kardeşimi kaybedeli üç sene oldu. Ama işte dediğim gibi acısı halen taze. Kardeş tabi öyle kolay olmuyor. Yirmi yaşında bir genç kızdı. Çok üzüldük. Ben sürekli onu çiziyordum. Çok severdi onun resmini yapmamı. Hayat doluydu. Ama nerden bilebilirdim böyle olacağını. İntihar edebileceğini..." Sustu. Bade onun üzüldüğünü anladı. Hala alışamamıştı kardeşinin yokluğuna, intihar ettiği gerçeği de cabası. Bir abi olarak çok can yakan bir durumdu. Bir taraftan da resim konusuna takılmıştı. Merak etmişti bu resim işini. Yoksa ressam mıydı bu genç adam? Hem merak ettiği için hem de bu hüzünlü havayı dağıtmak için " Demek resim çiziyorsunuz? Ne güzel. Benim öyle yeteneklerim yoktur." " Evet. Ressamım ben, yani daha değil aslında yani öyle ama bilinmiyor pek." " Kafam karıştı açıkçası." Birbirlerine gülümsediler. " Küçük yaştayken farketmiş babam bende ki yeteneği. Gördüğüm her şeyi çizermişim. Biz gezmeyi seven bir aileydik. Yeni yerler görmeyi, güzel birikimler yapmayı, kültürlü bir aileydik. Ama ben o gezdiğimiz yerlerde yaşadığımız o duygu değişimlerini yansıtmayı çok severdim. Fotoğraf çekerek belki ama o fotoğraflar beni tatmin etmezdi. Kendim de bir şeyler katmak isterdim. Ve sonunda resim çizmeye karar verdim. Öğretmenimin de yardımıyla buna başladım. Gittiğimiz yerlerde yaşadığımız o özel anları kendi kalemimle çizerdim. Tabi bu çizimlerimi sadece öğretmenim ve ben biliyorduk. Ben öğretmenime bunu saklamasını istemiştim.çocuk aklı işte babamın kızmasından korkuyordum. Halbuki kızılacak bir şey yapmıyordum. Ama sonra bu resimlerim birikmeye başladı. Her gün farklı bir resim çiziyordum. Farklı farklı yerler değildi. Aynı yerdeki farklı duygu durumlarıydı. İşte bu resimleri babam odamda bulmuş. Çok beğenmiş. Bana sordu. Ben de kabul ettim. Evet ben çizdim dedim. Tabii ben korkuyorum. içimden kesin kızıcak diye bekliyorum. Ama hiç beklemediğim bir tepki verdi. Kucağına alıp öptü. Sarıldı. "Benim oğlum da ne cevherler varmış. Hiç söylemiyor kereta." Tabii babam böyle mutlu mutlu bana böyle konuşuyor. Annem sesimize geldi. Babamın elindekileri görünce olayı anlayıp o da sarılıp öptü beni. Öğretmenime konuştular. Sonra da özel okullar falan derken,bayağı ilerlemiştim. Yarışmalara katılıyordum. Ama o yerlere gelmek için de çok uğraştım. Babam olmasaydı ben bu kadar yapamazdım. İyi ki bana destek olmuş. İşte bunlar olup bitiyorken kardeşimin beni kıskandığını farketmiştim. Baktım ki tüm ilgi üzerimde toplanmış. Tabii anladım derdini. Bu sefer de ben onunla ilgilendim. Onun resimlerini çizmeye başladım. Çok severdi onun resmini çizmemi. Hatta tüm gün onu çizsem hiç itiraz etmezdi. Yani ben aslında bunları yaptıkça onun mutlu olduğunu ve kendini kötü hssetmeyeceğini düşündüm. Ama sadece benim sevgim yetmemiş demek ki. Ahh kardeşim ya kıskançlık mıydı neydi içindeki sıkıntı bilmiyorum. Ama kıydı canına. Belki de benim yüzümdendir her şey. Keşke içimdeki şeye engel olsaydım da hiç başlamasaydım bu resim işine."
Bade bundan oldukça etkilenmişti. Sahiden neydi o kızı ölüme götüren şey gerçekten abisine olan ilgiyi kıskanıp kendine mi kıymıştı. Yoksa daha başka bişey miydi altında yatan sebep? Hasta mıydı? Sonra düşünmeyi bırakıp Tolga'ya döndü. "Çok üzüldüm gerçekten. Keşke böyle olmasaymış. Ama siz elinizden geleni yapmışsınız. Abiliğinizi göstermişsiniz. Gerisi onun içindeki bir durum. Siz üzülmeyin. Lütfen kendinizi suçlamayın."
Bade'nin söyledikleriyle uzaklara dalan Tolga eski günleri düşünüyordu. Keşke diyordu. Keşke kardeşim yanımda olsaydı. Keşke canına kıymasaydı da bugünleri görseydi. Abisinin ilk resim sergisini görebilseydi. Tolga çok emindi. Kardeşi herkesten daha çok güveniyordu abisine. Herkesten daha çok isterdi abisinin mutluluğunu... Ama olamamıştı. Hayat onu abisinden ailesinden geleceğinde yaşayacağı anılarından koparmıştı. Hayat onu çok uzaklara götürmüştü. Ama Neden?İkisi de gerçek sebebi bilmiyorlardı. Toprak'ın hastalığını onu ölüme götüren o kötü hastalığı bilmiyorlardı. Hem hasta hem de aşık bir insanın yapabileceği şeyleri bilmiyorlardı. Aşk bazen ölüm demekti. Bazen en kötü hastalık bile aşk kadar acı veremezdi. Aşk yüzünden kaç insan ölmüştü? Kaç insan içindeki o büyük yarayla yıllarca boğuşmuştu? Sahiden niye bu kadar acıydı aşk denilen bu şey? Kaç kişinin sebebi olmuştu acaba?
Minik yıldızı es geçmeyelim.😄💕
ŞİMDİ OKUDUĞUN
İKİ ÖLÜ BİR YARALI
Teen Fiction... Ve ben her şey ağır geldiğinde sesini hayal ediyorum... "Özledin mi beni karıcığım? Ben seni çok özledim. Gelsene yanıma. Kollarımla sarayım seni. Küçücük bedenin kollarımın arasında kaybolsun yine. Hadi bebeğim ben seni özledim. Artık zamanı de...