8

2.2K 291 77
                                    

"Gözlerinin neden böyle?" diyen Aras'ın sesini duymamla birlikte başımı çizdiğim ev resminden kaldırarak yüzüme bakan Aras'a çevirmiştim. Son olayın üzerinden birkaç gün geçmesine rağmen bu günlerde oldukça sessiz göründüğünün farkındaydım ama buna çok da aldırmamıştım.

"Bilmem." diyerek biri mavi, biri de kahverengi olan gözlerimi istemsizce birkaç kez kırparak meraklı bir ifadeyle ona çevirmiştim bakışlarımı. "Çirkin mi?"

"Hayır."

"Önceden ikisi de kahverengiydi, ama tedaviye başladıktan sonra gözlerim acımaya başladı." derken yeniden odağımı resmime çevirmiş ve kırmızı bir boya kalemiyle evin çatısını boyamaya başlamıştım. "Sanırım bu tedavinin bir yan etkisi." diye eklediğimde, benim gibi yere sırtüstü uzanan Aras'ın bir süre sessiz kalarak bana baktığını hissetsem de bilmiyormuş gibi yaparak resmimi boyamaya devam ediyordum.

"Gerçekten..." diye tereddütle konuşan Aras'a bakmadan onun konuşmasına devam etmesini beklemiştim. "Gerçekten çok mu hastasın?" diye sorunca kalem değiştirerek elime kahverengi bir kalem almış, ve resmimdeki bahçeye bir köpek resmi çizmeye koyulmuştum.

"Bilmiyorum." diye mırıldandım. "Ama beni iyileştirmek için çok fazla çabalıyorlar. Eğer ölecek olsaydım, bu kadar çabalamazlardı değil mi?" dememle birlikte Aras yine sessiz kalmıştı.

"Ölme..." diye kısık bir sesle mırıldandığını duydum, etraftaki küçük çaplı gürültüye rağmen.

"Yapmak istediğim şeyler var." dedim başımı bitmek üzere olan resmimden kaldırarak Aras'a çevirirken. "Ölürsem bunların hiçbirini yapamam, bu yüzden ölmeyeceğim."

"Ne yapmak istiyorsun?"

"Bunu." derken yerdeki resmi ona göstererek kocaman gülümsemiştim. "Önce kocaman bir ev alacağım, ve beyaz duvarları bir sürü boyayla renklendireceğim. Kırmızı, mavi, sarı, turuncu!..." derken heyecanla anlatmaya devam ederken bir  elimle de resimdeki köpeği işaret ediyordum. "Sonra bir köpek alacağım. Evimin bahçesinde istediği gibi koşsun ve bana sıkı sıkı sarılsın diye. Ve... Ve..." derken elimdeki resmi yere bırakarak dili tutulmuş bir şekilde beni dinleyen Aras'ın elini tutmuş ve heyecanla konuşmuştum. "Ve güneşi göreceğim!"

"Gü-güneşi mi?" diyen Aras'a karşı başımı sallamış ve hayal kurmanın verdiği heyecanla kırmızı kırmızı olan yanaklarımla gülümsemeye devam etmiştim.

"Evet! Güneşin doğuşunu izlemek istiyorum. Batışını da! Ve güneş tam gökyüzünün ortasındayken çimlere uzanarak gökyüzüne bakmak istiyorum!" diye konuştuğumda, ilk başta tuhaf isteklerimle afallayan Aras, sonra gülümseyerek beni izlemeye devam etmişti. "Bu yüzden ölmeyeceğim. Bunları yapmadan ölemem."

"Sana yardım edeceğim." diye konuşan Aras'a bir saniyeliğine oluşan duraksamayla bakmış ve cümlesini devam ettirmesini beklemiştim merakla. "Ben de güneşe bakmak istiyorum. Beraber çalışırsak işimiz daha kolay olmaz mı?"

"Olur!"

○●○

Kapsülün kapakları açılınca derin bir nefes vererek, sonunda bunu da ölmeden tamamlamanın verdiği mutlulukla ağır hareketlerle kapsülden çıkmış ve yorgun bir şekilde babamın "Gidebilirsin." onayını beklemiştim, ancak bu sefer hemen bu onayı vermemiş ve birkaç dakika şeffaf ekrana kilitlenmiş bir şekilde bir şeyleri kontrol etmeye devam etmişti.

"Bu imkansız.." diye mırıldanmasıyl birlikte annem ilaç şişelerinden ayrılmış ve afallamış bir şekilde renkli ekrana kilitlenmiş olan babamın yanına giderek bir sorun olup olmadığını soracakken babam eliyle ekranda bir noktayı işaret ederek anneme göstermiş ve annemin de bu afallama partisine katılmasını sağlamıştı.

Pekala... Ne zaman öleceğim?

"İşe yaradı mı?!" diye annemin sesini yükselterek heyecanlı bir şekilde konuşmasıyla birlikte diğer iki doktorun da ilgisi oraya dönmüş ve yaptıkları işleri bırakarak babama yönelmişlerdi. 

"Beyni bağları kabul etti. Bu.. Bu!" diye heyecandan konuşamayan babamın cümlelerinin devamı, tamamen anlamadığım bilimsel terimlerle dolu uzun bir cümleden oluşuyordu ancak yüzündeki heyecanlı ifadeye bakacak olursak, sanırım ölmeyecektim. O sırada benim hala orada olduğumu fark eden babam bana dönerek gülümsemiş ve "Rüya, artık odana dönebilirsin canım." diye sevgiyle konuşunca birkaç saniye afallamış bir şekilde yüzüne baksam da, ben de gülümsemiş ve onu onaylayarak odadan ayrılmıştım.

Babam... İlk kez bana gülümsemişti. Üstüne bana "canım" demişti! Şok edici bir ilerlemeyle kalbim heyecanla atarken yorgunluğumu unutmuş bir şekilde koridorlardan geçiyordum ancak bu dalgınlığım yüzünden kendimi koridorlarda rasgele gezerken bulmuş ve birbirinin aynısı olan koridorlarda nereye gideceğimi bilemez bir halde etrafıma bakarak yolu bulmaya çalışmıştım. Üstelik burada, odama nasıl gideceğimi sorabileceğim bir insan bile yoktu ve bir koridorun bu kadar boş olması beni istemsizce ürkütmeye başlamıştı.

O sırada yanından geçmek üzere olduğum bir hasta odasının içerisine baktığımda, midem şokla bükülmüştü. Birkaç sene önce tamamen iyileşti denilerek sınıftan gönderilen genç kız, şu an ölmek üzereymiş gibi bir deri bir kemikten ibaretti ve beyazlamış saçlarının yanı sıra bir ölü kadar donuk diyebileceğim ruhsuz bakışları oturduğu sedyenin üzerindeki bir noktaya kilitlenmişti ve nefes aldığını görmesem, ona kesinlikle ölmüş diyebileceğim bir haldeydi. O sırada gri gözleri birden bana dönünce, başımın şiddetle ağrımaya başlamış ve bu ağrı, benim başımı ellerim arasına alarak yere çökmeme neden olmuştu. Korkuyla artan kalp atışlarım kulaklarımda yankılanırken kulaklarıma dışarıdan yankılanan ince bir çınlama sesi eşlik etmeye başlamıştı ve kalp atışlarım birkaç saniyenin ardından sakinleşirken, bu çınlama sesinin hasta odasının içindeki monitörlerden geldiğini anlamıştım. Yavaşça ayağa kalkarak içeriye baktığımda ise, kızın yüzüstü sedyeye düştüğünü ve donuk gözlerinin ürkütücü bir şekilde tavana dikildiğini fark etmiştim. Üstelik şimdi, yaşıyor diyebileceğim küçük  göğsünün nefes hareketleri de kesilmişti.

Ölmüştü...

Neresi olduğunu bilmeden koridorlarda koşmaya ve bir an önce odama girerek battaniyenin altına, güvenli bölgeme girmeyi arzulayarak koridorlardan bir sağa, bir de sola dönerken ilerideki merdivenleri görmemle birlikte nerede olduğumu sonunda anlamış ve oradan yola çıkarak sonunda odama ulaşabilmiştim. Gözlerimden akan yaşları umursamadan battaniyenin altına girince, uzun bir süre hıçkırıklarla birlikte sessiz olmaya özen göstererek ağlamış ve o şekilde günü akşam etmiştim. Tüm olanların tuhaflığı bir yana, kızın bana olan bakışları ve birden gözlerimin önünde ölmesi beni çok korkutmuştu.

Tüm gecem, kabuslar göre göre ve her on dakikada bir uyanarak korkunç bir şekilde geçmişti ve sabah olduğunda ağlamaktan kızaran gözler, yanaklar ve minik kırmızı bir burun beni karşılamıştı. Sabah olunca biraz daha rahatlasam da, hala o şoku üzerimden atamamış bir şekilde Teddy'e sarılarak uyumaya çalışmıştım. Oyun odasına gidebileceğimi sanmıyordum, çünkü diğerleri beni bu halde görürlerse durum hiç de iyi olmazdı ve bu halde onlara bir şeyler açıklayabileceğimden tamamen şüpheleydim.

Aras'ın saçlarımı okşamasını, Melany'nin bana sıkıca sarılarak her şeyin yoluna gireceğini söylemesini ve Martin'in içimi rahatlatan masum şakalarını düşünerek biraz olsun uykuya dalmaya ve tüm bu olanları unutmaya çalıştım. En azından bir süre, buna ihtiyacım vardı.

Rüya Askeri 2  [Final]Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin