"Eğer ona bunu yapan sizseniz lütfen yapmayın. Ellerinizi kana bulamaya değmez." Dediğim an adamın yere düşüp öksürüklere boğulmaya başlaması bir kaç saniye içerisinde oldu.
"Beni ikinci kez kurtardığınız için teşekkür ederim. İnşallah yakında komadan çıkarsınız. Senin ve senin gibi komada olan iyi insanlara uyanmanız için dualarımı eksik etmeyeceğim." Ardından da "Lütfen devamı olmasın. Annenizi ve kız kardeşinizi düşünün. Ben şimdi eve geri dönüyorum, sizde kendi evinize dönün lütfen " Dedim.
Adamın korkulu dolu bakışlarla bana baktıtkan sonra hızlı şekilde kaçıp gittiğinde bende geldiğim yolu geri dönmeye başladım. Yaşadığım anlar çok garipti. Ve beni koruması hoşuma gitmişti. Korkmuyordum ondan. Gülümsedim.
"İç seslerimi duyabiliyor musunuz,bilmiyorum. Ben yine de size sesli şekilde açıklama yapayım. İlk sizi gördüğümde korkmuştum,bunu kabul ediyorum. Âmâ artık sizden korkmuyorum. İkinci kez de beni kurtardığınız için teşekkür ederim. İnşallah yakında komadan çıkarsınız. Bir şeyi merak ediyorum. Acaba yemek yiyor musunuz? Keşke sesinizi duysaydım. Bu sorunun cevabını çok merak ediyorum."
Ne yapacağımı hiç bilmiyordum . Şuan yanımda mı bilmiyordum âmâ sanki yanımdaymış gibi hissediyorum. Bu çok garip bir duygu. Görmediğim ve sesini duymadığım insanın varlığını hissediyordum. Tamam, bir kaç gün önce onu görmüş ve sesini duymuştum âmâ şimdi onu ne göre biliyorum, nede sesini duyabiliyordum.
......
"Işılcım senin mesleğin neydi?"
"Özel eğitim."
"Tam olarak ne iş yapıyorsun?"
"Down sendromlu ve otizimli çocuklara ders veriyorum."
"Peki, şimdi çalışıyor musun?"
"Hayır, iş arıyorum." Dediğim de aklıma geçmiş geldi. Arkadaş bildiğim insan tarafından sırtımdan bıçak yediğim ve bana attığı iftiranın hâlâ gün yüzüne çıkmayışı beni kahr ediyordu. Elbet bir gün ortaya çıkacak buna adım gibi eminim. 'Boşuna dememişler yalan ayak tutar,yürümez. Yalanın en çok 40 gün ömrü vardır. ' Diye.
Geçmiş
Bugün dersteyim, mudür beni arayıp odasına çağırdı. Dersimi yarım bırakmak zorunda kalmıştım. Yerime yakın arkadaşım Sinemin geçmesini istedim. İtiraz etmeden geçti. Sinem esmer tenli,dolgun dudaklı ve tilki gözlerine sahip olan asıl göz rengi kahverengi olan, yeşil renk lens kullanan bir kızdı. Kaş şekili de ince uzundu. Uzun siyah saçları sırtına kadar geliyordu. Boyu 1.70'di.
Mudür beni niye çağırmıştı bilmiyorum ama sesi sinirli geliyordu. Acaba bir hata mı yaptım diye düşündüm. Düşünerek kapının önüne geldim. Kapıyı tıkladım. İçeriden gir sesini duyduğumda kapıyı açıp içeri girdim. Kapıyı kapatıp biraz ilerledim . Masadan dört adım geride durup "Bir şey mi oldu Ziya Bey? Bilmeden bir şey mi yaptım? Neden öyle bakıyorsunuz?" Diye sorularımı sırayla sordum.
"Sen ne yaptığını çok iyi biliyorsun!"
"Anlamadım...? Bilmeden bir şey mi yaptım?"
"Çantandakileri dök !" Demesiyle irkildim.
"Anlamadım?" Diye sordum. Neden böyle bir şey istemişti ki?
Yanıma gelip hışımla çantamı almasıyla neye uğradığımı şaşırdım.
"Ziya Bey, ne yapıyorsunuz!"
Dediklerimi duymayıp çantamın fermuarını açıp yere boşalttı.
"Durun! Siz ne yaptığınızı sanıyorsunuz?! Beni neyle suçladığınızın farkında mısınız?!"
Dizlerini kırıp yerden bir şey alıp ayağa kalktığında eline aldığı şeyi görmedim. Ama gözüme sokarcasına gösterdiği "Bunun sende ne işi var?!" Sinirli şekilde sormasıyla elindeki altın renkte olan pahalı gözüken saate gözlerimi kocaman açarak baktım. Çantamda ne işi vardı ve bu saati kim çantama koymuştu,hiç bilmiyordum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KALBİNE TUTSAK
FantasyTelefonu elime alıp yine duaları okumaya başlayacağım an kapının kapalı olduğu hâlde asker uniformasında birinin odaya girmesiyle uzandığım yerden kalkıp, gözlerimi kapatıp bildiğim duaları okumaya başladım. Asker botlarının çıkardığı sert sesleri...