2: KALMAK

2.2K 246 151
                                    

Taehyung'a tutamayacağım bir söz verdim o anda. Rengarenk gülüşü yüzünde açarken bana tamamıyla güvendiğini anlayabiliyordum. Onunla yemeğe kalacağımı, arkadaşı olacağımı düşünmüştü. Ona yalan söylemiştim.

Zil çaldıktan sonra tuvalete gidecektim ve o benim dönüşümü beklerken, terk edecektim beklentilerini; onu, herkesi ve kendimi.

Taehyung beni bekleyecekti kafeteryanın girişinde. Kalabalık güruhlar yanından geçip giderken o gülümsemeye devam edecekti. Gülecek, gülecek, saatini kontrol edecek, gülecek fakat beni beklemekten asla vazgeçmeyecekti –zil çalana değin. Ardından zavallı bir gencin zavallı bir biçimde, ait olduğu tuvalet köşesinde ölüp gittiğini duyacaktı.

Sonra, yanına kimse oturmayacaktı belki de. Onunla uğraşacak, arkasından gülecek ve kendi kasvetli göklerinin onun capcanlı dünyasından daha iyi olduğunu zannedeceklerdi. Bir kere bile gökkuşağı açmamış dünyaları, adımların dört yapraklı yoncalar ezdiği bir dünyayı yargılayacaktı.

Alnında kocaman harflerle "masum" yazıyordu Taehyung'un. O saf saf gülümserken, insanlar eğlenecekti.

Kanım ısınırken sinirimi kontrol altına almaya çalıştım. Nereden çıkıp gelmişti bilmiyordum ancak hedefimi şaşırtmasına izin vermeyecektim. Vermemeliydim.

Kalsam dahi ben Jooheon değildim. Onu bunca kötü insandan koruyamazdım. Kanatlarım Taehyung'u saracak kadar geniş ve güçlü değildi. Ben daha kendi temelimi sağlamlaştıramamışken bir başkasının bana yaslanmasına izin veremezdim.

Gözümün önünde bana alayla gülen rozeti çıkardım yerinden. Taehyung'un bakışları anında beni buldu ve merakla aralandı gür kirpikleri.

Aptal demiri yumruğumun içinde sıkıp yok etmek istedim.

Yarımı kaybetmişken nasıl pozitif kalabilirdim? Beni anlayan tek kişiyi. Beni mutlu eden tek kişiyi. Kardeşimi.

Yüz ifademi mümkün olduğunca sertleştirip kabuğuma çekildim. Taehyung kulağıma eğildi ve "Eğer rozetimi yamultursan sana hediye edemem." diye fısıldadı. Ona dönünce ne kadar yakınımda olduğunu fark ettim.

Kahverengi, neşeli gözlerini gölgeleyen kirpiklerini tek tek sayabilirdim. Gözlerini kırpıştırınca, alnına düşen saçları hareketleniyordu. Düzgün, yuvarlak burnunun üzerinde zar zor görünen bir beni vardı. Dudakları dolgun, kırmızı ve kremliydi. Parlıyor ve çok dikkat çekiyorlardı. Benim dikkatimi en azından. Hele de şimdiki gibi, gülümsemek için iki yana gerildiklerinde.

"Senin olsun. Çantana tak ki uyumlu olalım." Sevimli yüzünü geri çekti.

O an içimdeki bütün sesler sustu ve zihnimde tek bir yazı belirdi: Bugün değil. Bu gülüşlerin ve sözünün karşılığını vermek zorundasın. Yemeğinde ona eşlik etmen gerekiyor.

Jooheon bu gecikmeyi anlayışla karşılardı. Hem bir günden ne olurdu ki? Annem akşama pirinç keki yapacağını söylemişti. Onun yaptıkları hep bir başka olurdu. Babamın alerjisi olduğu için pirinçli herhangi bir şey yiyemiyordu, Jooheon yemek seçerdi...

Annemin pirinç kekini tek başına yediği görüntüler gözlerimin önüne geldikçe yok olmak istiyordum. Bu acıdan, kaybımdan, her şeyden bıkmıştım.

Sabahtan beri beklediğim zil en sonunda çalınca acele etmedim. Hiçbir şey yazmadığım defterimi çantama gelişigüzel tıkıştırdım ve fermuarı çektim. Ayağa kalktığında cebimdeki ilacım haddinden fazla ağırlık yapar gibi olduysa da bunun psikolojik olduğunu düşündüm.

Ayçiçeği Misali ✓Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin