Bölüm yazarken şarkı dinliyorum, bu bölümde de Azad'ın sahnesini yazarken bu şarkı çaldı ve o sahneyi anlamlı kılan bir şarkıydı. Siz de dinlemek isterdiniz diye koydum.
...
Sakince videonun açılmasını bekledim. Hayatımı mahveden olayın birkaç saat öncesinde çekilmiş olan ve benim ilk izledikten sonra saatlerce ve boş bakışlarla televizyonu izlememe neden olan video. Bir daha izlemeye devam edemediğim video.
Saniyeler sonra açılan video ile Can kadraja girdi. Gözleri ağlamaktan kızarmış, yanakları ise göz yaşlarının akmasından dolayı parlıyordu. Burnu.. fındık burnu. Kızarmış ve galiba tahriş olmuştu. kaçıncı defa olduğunu ne ben ne de o bilmezken burnunu çekti ve dudaklarını araladı.
" Abi ben.. özür dilerim. evet en başta bunu söylemem lazım. Seni yalnız bıraktığım için, o karanlık dünyada senin elini bıraktığım için ve daha bir çok şey için. Hatırlıyor musun sana, birine aşık olduğumu söylemiştim." Durdu ve buruk gülümsemesi ile bir kaç saniye ekrana baktı. Sanki gel ve beni kurtar dermiş gibi. Ben kendime zarar vermeden beni kurtar dermiş gibi.
Kurtaramadım.
" O çok güzel biri biliyor musun? Çok iyi biri. Beni kaç defa kavgalardan korudu. Ama canımı da çok yaktı. Hala daha canımı yakıyor. Başkalarına gülümsemesi, beni artık tanımaması çok canımı yakıyor." Durdu ve bu sefer yüzündeki gülümsemeyi de silerek hıçkırıklarını serbest bıraktı. Kızamadım. Her seferinde ağlamasına kızdığım çocuğa bu sefer kızmadım. Çünkü bu son ağlayışıydı.
" Çok düşündüm abi. Gecelerce seni bırakırsam, sen ne hale gelirsin diye çok düşündüm. Defalarca bu fikirden vaz geçtim. Ama olmuyo. Yapamıyorum, dayanamıyorum. Zaten bu fikir hep aklımın bir köşesinde dolaşıyordu ama o zamanlar kendimi durdurabiliyordum. Sevdiğimi adamı düşünüyordum, seni düşünüyordum ve belki bir ihtimal geleceği düşünüyordum ama şimdi yok. O gelecek yok. Benim için yok en azından." Durdu ve kenardan telefonunu alıp bir şeyler yaptı ve sonra ekranı çevirdi. Azad'ın elinde sigara bir bankta oturup güldüğü bir fotoğraftı
" Bak bu o. Çok güzel değil mi? Biliyorum kızacaksın böyle gizli gizli fotoğraflarını çektiğim için ama ne yapayım. Sosyal medyadaki fotoğraflarını ezberledim, başka yerden de bulamazdım."
" Kızmazdım." Sessizce fısıldamamdan sonra başını eğip bir süre bekledi. Biraz sonra kafasını kaldırdığında dudaklarını ısırmış bir şekilde bakıyordu. Aynı küçükken ona kızdığımda yaptığı gibi bakıyordu. Kızma der gibi, ben yapmadım der gibi, benim suçum yok der gibi.
" Çok kızma ona tamam mı? Onun bir suçu yok. Sadece burada sorun var." İşaret parmağı ile şakağını işaret etmiş ve devam etmişti. " Sorun hep oradaydı zaten. Sen de farkındaydın. Şuan aslında gitmek istemem Azad'a aşık olmam veya canımın yanması değil. Hiç değil. Ben oradaki sesi susturamıyorum. Bana; hep böyle olacaksın, kimse seni sevmeyecek, hep canın yanacak, Azad ile asla bir geleceğiniz olmayacak deyip duruyor. Kafayı yemek üzereyim, belki de çoktan delirdim. Her neyse. Artık bunların bir önemi yok. Eminim ki ben gidersem sen daha iyi bir halde olursun, en azından sürekli sorunlarıyla uğraşmak zorunda olduğun biri olmaz. Dur dur şuan saçmaladım. Burayı kessem iyi olacak." Kıkırdayıp gözlerini çekti. Bu son gülüşüydü.
" Hep mutu ol abi. Bu zamana kadar hiç kendine önem vermedin, kalbini dinlemedin, duygularına izin vermedin. İzin ver abi. Kendine, duygularına ve en önemlisi de kalbinin konuşmasına izin ver. Hayat o şekilde geçmiyor bunu bil. Bu hayatta senden daha önemli kimse yok. Bir de senden son bir şey istiyorum. Azad'a kızma. Bir de ona vermen gereken bir mektup var. Ama hemen değil. Kızgınlığın, kırgınlığın ne zaman geçerse o zaman ver. Kıyafetlerimin içinde." Kamerayı eline almış ve yüzüne bir tık daha yakınlaşmıştı.
'Kızgınlığım da kırgınlığım da hiç geçecek gibi değil be Can'
" Seni seviyorum abi ve seni yalnız bıraktığım için özür dilerim." Bitti. Her şey son kez olmuş ve bitmişti. O gün son kez beraber kahvaltı yapmıştık ve sanki ikimizde son olduğunu biliyor gibi neşeli bir kahvaltı yapmıştık. Kahvaltıyı beraber hazırlamış, birbirimize son bir kaç gün ne yaptığımızı anlatmış ve gülmüştük.
Şimdi ise elimde kalan sadece bir vido idi. Koltukta oturmuş boş boş kapanan televizyona bakıyordum. Karanlık ekrana bakarken sanki ışığı gitmiş hayatım bakıyordum. Kapkaranlık bir hayat.
.....
( Aynı saatlerde Azad)
Yavaş adımlarla mezarlığa giren genç adam, gelmeye korktuğu ama şuan en ihtiyacı olan yer ilerledi. Önünde durduğu mezarın kenarına geçmiş ve diz çöküp oturmuştu.
" Pişt ben geldim." Hayatı boyunca dik tutmaya zorladığı, indirdiği anda herkesin yanından herkesin yanından gideceğini veya omuzlarına yük olacağını bilerek dik tuttuğu omuzlarını indirip başını mermere dayadı. Göz yaşları çoktan akmaya başlamıştı bile.
" Fırat niye gittin abim? Niye bu yükü omuzlarıma bıraktın? Bak bana, ne kadar yalnızım." Omuzları sarsılarak ağlayan genç adam artık tükenmişti. Her şey minik bedenin gitmesiyle başlamıştı. Biraz da olsa sakinleştikten sonra dudaklarını araladı.
" Kimsenin hayatında bir yerim yokmuş Fırat. Aslında biliyordum ama işte kabullenmek istemedim. Ben, hayatlarında ufacık bir yerim olsun diye herkese koşarken meğer ben sadece olduğum yerde duruyormuşum. Onların hayatlarında 'biri'nden ibaretim. Tabi ki de her şeylerini bana anlatmak zorunda değiller ama.. bir ama var işte. Benim de insan olduğumu, benim de duygularımın olduğunu ve benim de kırıldığımı hatırlatan bir ama var." Derin nefes alarak sakinleşmeye çalıştı. Söz vermişti gelirken ' ona dertlerimi anlatıp küçük kalbini sıkmayacağım' diye ama dayanamamıştı.
" Daha 7 yaşındaydın Fırat. Gitmen gereken bir okul, arkadaş olman gereken birileri vardı. Yaşayacağın senelerin vardı be Fırat. Neden bu kadar erken gitti abim? Benim yüzümden. O gün elini bırakmasaydım, o lanet çanta yere düşseydi sen burada olacaktın. Benim yanımda olacaktın. Belki annem de yanımızda olurdu. Ama biriniz de olsa ben yalnız kalmazdım. İçimde o boynu bükük çocuk olmazdı belki ha?"
" Eğer sen yanımda olsaydın minik kollarınla sarardın beni. Tabi kolların minik kalmazdı ama olsun. En azından birinin hayatında yerim olduğunu, birinin de hayatında 'öyle biri' değil de, önem verilen, dertleri anlatılan biri olurdum." Durdu ve derin bir nefes alarak yutkundu genç adam.
" Bencilim değil mi? Çok bencilim hem de. Başkalarının daha büyük dertleri, daha büyük sıkıntıları varken ben burada kendi derdime düştüm. Ama bu çok canımı yakıyor. Görünmemek, görünmek için sürekli iyiymiş rolü oynamak, ama yine de kimse olamamak." Biraz soluklanan genç adam en sonunda ayağa kalkıp mezar taşını okşadı. Daha sonra tüy hafifliğinde bir öpücük kondurup geri çekildi. Geriye dönüp gidecekken aklına bir şey gelmiş gibi elini cebine atıp gelirken aldığı çikolatayı çıkardı.
" Bunu sana almıştım. En sevdiğin çikolata. Tabi hala sever misin bilmem?" Mermere oturup sakin hareketlerle toprağı eşeleyip çikolatayı içine koydu. Daha sonra eşelediği yeri kapatıp toprağı okşamaya başladı. " Anneme geldiğimi söyleme tamam mı? Duyarsa çok kızar bana." Mermer taşı tekrar öpüp arkasını dönerek çıkışa ilerlemeye başladı. Mezarlıktan çıkıp omuzlarını dikleştirip bir taksiye binerek evine geçti.
..
Bu bölüm size iki yaralı adam gösterdim. Bu bölüm böylece Can'ın neden öldüğünü anladık.
Dün geceden beri bölüm bekleyenlere..
ŞİMDİ OKUDUĞUN
İbne
Teen FictionBir intikam uğruna çıktığı yolda pişman olup aşık olacağını nereden bilebilirdi ki?