Sonsuz EsaretTanıtım
M.Ö 150 yılında Yunan asıllı asker Andriscus, III. Makedon Savaşı ile Romalılar tarafından tahttan indirilen Kral Perseus'un oğlu olduğunu iddia eder. Arkasına Traklar'ın desteğini alarak bir ordu kurar ve Roma hâkimiyeti altındaki Makedonya'yı tekrar bir krallık haline getirir. Fakat hükümdarlığı sadece bir yıl sürer. M.Ö 148 yılının başında Romalı General Lucius Claudius Octavian ordusu ile üzerine yürür ve Pinda kentinde yapılan muharebe sonucunda Makedonya Krallığı ortadan kalkar. Makedonya ikiye bölünerek Roma'ya ait bir eyalete dönüştürülür.
Fakat Roma Cumhuriyeti için Makedon sıkıntısı devam eder. Andriscus'un oğlu Myron, babasının sadık hizmetkârı ve dostu olan Faustus'un desteği ile birlikte ayaklanma başlatır. Makedonya topraklarının Roma eyaletine dönüşmesinden rahatsız olan Achaea Birliği de iddiasını destekleyerek Roma'ya savaş açar. Bu cesur ayaklanmanın sonuçları ise oldukça ağır olur. Ordusu ile bu kez Korint'e gelen General Octavian girdiği muharebeyi kazansa dahi taht iddiasındaki Myron, destekçisi Faustus ile kaçmayı başarır. Ele geçirmek için takip edilmelerini istese dahi izlerini kaybeder. Öfkelenen Octavian ayaklanmanın başladığı şehir olan Korint'i yerle bir edip taş üstünde taş kalmayacak hale getirerek ateşe verir. O güne kadar Yunanistan'daki yerel devletler Roma'ya tabi olmakla birlikte bağımsız hareket ederken, iç kesimlerine ilerleyerek her birini ilhak eder. Böylelikle Makedonya'nın ardından Yunanistan da Roma'ya ait bir eyalete dönüşür.
Genç yaşında aldığı gösterişli zaferlerinin ardından General Octavian Roma'ya adını tarihin altın sayfalarına yazdırarak geri döner. Fakat koca bir ülkeyi talan ederek izini aradığı düşmanını savaş ganimeti olarak yanında götürdüğünden habersizdir.
* * *
M.Ö 146 - Yunanistan
Sırtında hala dağlanan demirin sıcak sızısını hisseden Dilla, içine düştüğü kalabalığın ortasında eline tutuşturulan bronz meyve tabağını sıkı sıkıya kavramıştı. Kalbi, avuçlarını terleten o tanıdık korkuya sahip olsa da eğdiği başını kaldırabilmişti. Talan edilen şehre ait gösterişli villanın avlusuna kurulmuş ziyafet masalarını coşkuya sürükleyen adam hala kalabalığa seslendiği balkonun mermer korkulukları önünde duruyordu; Octavian. Sadece biraz önce havaya kaldırdığı şarap kadehi avucundaydı, yanı başında duran, emrindeki lejyon liderleri ile konuşuyordu. Kutlama için üzerindeki parlak zırhı çıkararak döktüğü kan kadar kırmızı olan togasını giymişti. Köşeli, temiz yüzünde memnuniyetini gösteren kibirli bir tebessüm vardı.
Yutkunurken titreyen dudaklarının katil diye fısıldadığını fark etmişti. Kelimeler adeta ruhundan dökülmüştü. General Octavian'ın gür sesini servisin hazırlandığı mermer kolonların arkasından işitmişti. Bir parçası olmaktan gurur duyduğu cumhuriyetin sahip olduğu gücü ve medeniyeti anlatırken sesi coşku doluydu. Adam konuşurken, tüm Korint'i saran ateşin keskin dumanının tekrar genzini yaktığını hissetmişti. Askerler yağmaladıkları şehirde kadınlara tecavüz etmiş, önlerine çıkan genç, yaşlı tüm erkekleri öldürmüş, çocukları köle olarak almışlardı. Dilla gurur duyulan medeniyet bu mu diye düşünmeden edememişti. Değersiz bir çuval gibi ayaklarının önüne atıldığı Octavian savaşa katılmamıştı bile, hâkim bir tepenin üzerinden şehrin yanıp yıkılışı izlemiş, sonrasında ise ordusuyla ülkenin içine yürümüştü. Kılıcını dahi kaldırmadan koca bir şehri içindekilerle yok etmişti, o ayağını basmadan önce huzurlu bir sabaha hazırlanan Korint'te gün batımıyla taş üzerinde taş kalmamıştı.
"Cumhuriyetimiz bu insanlara birçok kez merhamet gösterdi. Karşılığında ise alçakça ihanetlerle aşağılandı. Bu topraklarda, Roma'nın düşmanlarını beslemeye cesaret ettiler. Kim olduklarını unutup ayaklanmaya kalkıştılar. Öfkemiz ve gazabımız geride kalanlara ders olmalı. Cumhuriyetimize ihanet eden bedelini her zaman öder."
Octavian'ın gür sesi ile dile getirdikleri kulağında tekrar yankılanıyorken titreyen dudaklarını birbirine bastırmak zorunda kalmıştı. Korint'i arkasında bıraksa dahi sıcak küllerini hala göğsünde taşıyordu. Canının bu kadar yanmasının en büyük sebebi onu adeta kahreden suçluluk hissiydi. Adamın tiksinerek anlattığı Roma'nın düşmanlarını kimse ondan daha iyi tanımıyordu; babası Faustus ve nişanlısı Myron. İsimleri artık onun için keskin bir zehre dönüşmüştü, ağzına alması ölümünü getirebilirdi. Fakat yine de, babasının umut dolu sözlerini hatırlamadan edemiyordu.
Her zaman nadide bir güzelliğe sahiptin, sıradan bir kız olmadın.
Zengin bir tüccar ya da asil bir askerle evleneceğini hiç düşünmedim.
Bir gün Myron tahta çıktığında yanındaki kraliçe sen olacaksın.
Sen kraliçe olacaksın.
Dilla geçmiş ihtimalleri düşünürken, sahibinin sırtındaki damgası hala sızlıyordu. Kaybettiği geçmişi ve geleceği, hissettiği acı ile birleşip yeşil gözlerine kum gibi çökmüştü. Meşalelerin aydınlattığı avluda hala villanın balkonunu izliyorken, Octavian'ın bakışlarının üzerine döndüğünü hissetmişti. Yüzündeki gülen ifade yavaşça yok olmuştu, avını izlemeye alışkın olan gözleri onu korkutmaya yetmişken zaferini kutlamak adına içtiği şarabını tekrar dudaklarına götürmüştü. Yanılıyorum diye düşündü, bu kadar insan arasında beni seçmiş olamaz. Yine de adamın gözleri adeta bir kanca gibi üzerine takılmıştı, bunu bilmekten öte hissediyordu. Kapıldığı korku dolu heyecanla adeta adım atmaktan acizken, aşina olduğu o ince çubuk sırtında patlamıştı. Sıktığı dudaklarından kısık bir inleme yükselmişken, olduğu yerde arkasına dönmüştü. Ne olduğunu sormasına gerek kalmadan, Zenobia ince çubuğunu bu kez koluna indirerek onu örselemişti.
"Başını eğ ve sakın bir daha aksi söylenmedikçe kaldırma."
"Ama-"
"Sen bir hiçsin Dilla. Nasıl ki bir çizme başını kaldırıp sahibine bakamıyorsa, sen de bakamazsın."
Sırtındaki kanlı damga, Zenobia'nın çubuğundan gelen darbe ile canını daha fazla yakarken başını öne eğmişti. İçinden Dilla diye geçirmişti, bu benim adım bile değil. Doğduğunda ona verilen isim ölmüştü. Bir zamanlar olduğu özgür kadın ölmüştü. Ona kim olduğunu hatırlatacak her şey yanan şehirle birlikte küle dönüşmüştü. Ateşlerin içinde geriye sadece Dilla kalmıştı. Ölen kadın hürdü fakat Dilla sırtındaki damga ile köle olarak doğmuştu.
Ölen kadının korkuları vardı fakat Dilla'nın kaybedecek hiçbir şeyi yoktu.
Yazan ; İlknur DUMAN
* * *
Selam ! Sonsuz Esaret benim uzun zamandır aklımda olan bir hikaye. Kafamın içinde sürekli kurgulasam dahi kağıda dökmeye cesaret edememiştim. Çünkü bu kadar eski bir tarihi yazmak gerçekten zor. Antik Roma'da insanlar ne yer ne içer günlük yaşantıları nasıldır kısmından yönetim ve askeri düzene kadar bilmek gerek. Sakın yakındığımı sanmayın, zahmetli ama bence çok keyifli bir durum. Ben bir parça mazoşist de olabilirim, bilmiyorum 🤷♀️😂 Tanıtım şimdi ekledim ama bölümleri eklemek için biraz daha okuyup yazmak istiyorum. Fakat emin olun sizi çok bekletmeyeceğim. Dilla, Octavian, Paris, karakterlerin her biri sizinle tanışmak için can atıyor. Ben de yorumlarınızı dört gözle bekliyorum. Hepinizi çok öptüm 😽♥️♥️
Not ; Hikaye tarihi bir temele sahip olacak fakat karakterler ve bir takım olaylar kurgusal ilerleyecek. Şimdiden söylüyorum vikipedi sayfası olarak düşünmeyin 🙋♀️😂
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Sonsuz Esaret
Historical FictionM.Ö 146 - Roma Cumhuriyeti. İskender'in imparatorluğunu tarihe gömen, kadim Yunanistan'ı kılıcının önünde diz çöktüren General Octavian genç yaşında aldığı gösterişli zaferlerinin ardından adını tarihin altın sayfalarına yazdırmaya kararlıdır. Fakat...