Sonsuz Esaret
Bölüm 6 – "Asi"
Kısım II
Gün henüz doğmamış, gökyüzünü alacakaranlıkla belli belirsiz aydınlanırken villanın arka bahçesindeki akgürgenin altında tek başıma oturuyordum. Sabahları kargaşa başlamadan önce etrafa yayılan huzurlu sessizliği dinlemek hoşuma gidiyordu. Bu benim için yeni bir alışkanlık da sayılmazdı. Korint'te, Dilla ve Horatius ile yaşadığım zamanlarda da sabahları en erken ben uyardım. Gün doğmadan önce kalkar, bağ evini çevreleyen taşlara oturarak gün doğumunu izlerdim. O zamanlar bu basit meşgalenin dahi lüks olduğunu tahmin edemezdim. Roma'ya geldiğim günden beri, ne kadar istesem de bahçeye geçip özgürce güneşin doğuşunu izleyemiyordum, günün en sevdiğim vaktinde ya mutfakta olmam gerekiyordu ya da Octavian'a hazırlanması için yardım ediyordum. Ki bu iki zorunluluk arasında mutfakta olmayı yeğlerdim. Benim için tüm günümü çamaşırhanede geçirmek dahi onunla baş başa kalmaktan daha cazip bir seçenekti.
İki gün önce, kulübeden çıkarıldığımda ölmekten ya da köle pazarında satılmaktan korkuyordum. Fakat o akşam bir kez daha ölümün başıma gelebilecek en temiz son olduğunu görmüştüm. Korku, utanç ve adını koyamayacağım birçok garip hisle Octavian'ın yanından ayrıldığımda dilim tutulmuş gibiydi. Utanmıştım, öfkeliydim fakat aynı zamanda şaşkındım. Onun gibi bir adamın beni arzulayabileceği ihtimalini hiçbir zaman düşünmemiştim. Nişanlısının aksine dolgun göğüslere sahip değildim ya da ipeği andıran beyaz bir vücudum yoktu. Livia ile kıyaslandığında ben oldukça sıradan bir kadındım, O girdiği her ortamda dikkat çekebilirdi, benim varlığım ise pek kimsenin umurunda olmazdı.
Heyecan arıyor olmalı diye düşündüm, kendimi toparladıktan sonra ikna olduğum tek fikir buydu. Başka türlüsüne inanmam mümkün değildi, diğer ihtimalleri aklımdan geçirmek dahi istemiyordum. Alt kata indiğimde, şaşkınlık ve mutlulukla bana sarılan arkadaşlarım nasıl affedildiğimi sorduklarında Octavian'ın beni azarladığını ve başka bir hatamı affetmeyeceğini söylemiştim. Fakat gerçek bu değildi, Octavian beni geleceğim hakkında hiçbir şey söylemeden odasından çıkarmıştı. Affedildiğimi ertesi sabah Gaia'nın huzuruna çıkarıldığımda öğrenmiştim. Kadın, katı bir üslupla hareketlerime dikkat etmemi tembih etmiş, artık kullanabilecek bir şansım kalmadığını altını çizerek vurgulamıştı. Ona kalsa köle pazarına gönderileceğimi biliyordum. Kabul etmekten nefret etsem bile, canımı bağışlayan, villada kalmamı sağlayan Octavian'dı. Son konuştuklarımız olmasa, affediciliği için şaşırabilirdim. Fakat kirli niyetini açıkça belli etmişken bu yaptığının iyilik olduğunu sanmıyordum.
Bu yüzden, o akşam hakkında tekrar düşünmedim, yaşanmamış farz edip zihnimin içinde karanlık bir çukura göndüm. Eğer tek bir an dahi kendime yenilirsem, söylediklerinin üzerine tek bir kez dahi düşünürsem bu aptal döngüden çıkamayacağımı biliyordum. Öfkeliydim fakat öfke başa çıkmaya alışkın olduğum bir duyguydu. O akşam yaşadıklarımızı düşündükçe utancın derime işlediğini hissediyordum. Kendi kendime bahaneler bulsam da pişmanlık peşimi bırakmıyordu. Beni öptüğü için Octavian'ı suçlayabilirdim. Fakat ağlarken ona ne kadar sıkı sarıldığımı düşündüğümde kendimi dipsiz bir kuyuya atmak istiyordum. O an, o kadar çaresiz ve korkmuşken karşımda kim olursa olsun aynı şekilde sığınırdım. Fakat Octavian benim için herhangi biri değildi, babamı ve nişanlımı öldürmek isteyen, beni öldürmek isteyen can düşmanımdı. Onun kim olduğumu bilmemesi durumu benim için değiştirmiyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Sonsuz Esaret
Fiksi SejarahM.Ö 146 - Roma Cumhuriyeti. İskender'in imparatorluğunu tarihe gömen, kadim Yunanistan'ı kılıcının önünde diz çöktüren General Octavian genç yaşında aldığı gösterişli zaferlerinin ardından adını tarihin altın sayfalarına yazdırmaya kararlıdır. Fakat...