Ve ben, güzelliğime rağmen kalbimde kibri taşıyordum. Bunun sebebi bir prenses olmam değil, aynaya baktığımda gördüğüm kutsal güzelliğin kendisiydi. Saatlerce aynanın karşısında dikilir, parmaklarımın ucuyla çilli yanaklarıma dokunur ve okyanus mavisi gözlerimin benden başka kimsede olamayacak bir renge sahip olduğunu fısıldar dururdum. Ve aynadaki kızı öperdim, yaşamımın her anında sabah uyandığımda ilk yaptığım şey bu olurdu. Kendime tapıyordum ve insanların bana tapmasını olağan buluyordum. Her yeni yaşımla birlikte aldığım farklı güzellik, bu tapınmaya ihtiyaç duymamla sonuçlandı. Bana saygı ve aşkla bakmayan bir göz dahi hayal edemiyor, fakat insanlara onların gözlerine bakacak kadar değer de vermiyordum. İnsanlar benim için gölgeler gibiydi; aniden beliriyorlar ve sessizce kayboluyorlardı. Sarayda yapayalnız büyüyor olmam Kral babamın canını sıktı ve beni biriyle tanıştırdı. Söylediğine göre bu çocuk, Mısır'dan Kızıl Krallığa sürülmüştü. Bunun sebebini bilmemekle birlikte, bu köle denen çocuğun aslında köle değil, prens olduğunu çok sonralarda öğrenecektim.