İstanbul'un kalabalık sokaklarında bir kadın yürüyordu: Roya. Adı "düş" demekti, ama hayat ona düşlerin en karanlığını, en acımasızını yaşattı. İran'ın küçük bir köyünde, daha çocuk denecek yaşta, on altısında babasının elleriyle bir Türk'e satıldı. O kapının eşiğinden adımını attığı gün çocukluğunu, hayallerini ve masumiyetini ardında bırakmıştı. Kendisini bekleyen hayat, her nefesinde acıyı, her anında umutsuzluğu taşıyordu. Kocası, onun için bir eş değil; bir cellattı. Roya'nın her çığlığı boş duvarlarda yankılanıp sessizliğe gömüldü.
Sonra, karanlığın ortasında bir ışık doğdu: Oğlu Özgür. Ona bu adı vermesi bir tesadüf değildi; bu isim, Roya'nın en büyük hayaliydi. Özgür bir hayat, zincirsiz bir gelecek... Ama bu isim bile, Roya'nın yükünü hafifletmedi. Onun için özgürlük hâlâ uzak, hâlâ erişilmez bir yıldız gibi kaldı. Kaçmayı denedi defalarca, ama her seferinde yakalandı. Her geri dönüşünde daha çok hırpalandı, daha derin yaralar aldı.
Ve bir gün, kaderin elleri onu Poyraz'la karşılaştırdı. "Fırtınalı Poyraz" derlerdi ona; yüreği cesaretle, merhametle ve sevgiyle dolu bir adamdı. Kendi fırtınalarını dindirebilmek için marangoz atölyesine sığınır, her işlediği ahşapta hayatına anlam arardı. Küçük yaşlardan itibaren ailesinin yükünü omuzlayan, abisinin yanında çalışan Poyraz, kendi yaralarını kimseye göstermeyen bir adamdı. Ama Poyraz'ın yüreği, Roya'nın sessiz çığlıklarını duyacak kadar büyüktü.
Roya'nın karanlık ve acıyla dolu dünyası, Poyraz'ın fırtınalı ama ışık dolu yüreğiyle kesiştiğinde, ikisinin de hayatı sonsuza dek değişecekti. Poyraz, Roya'nın geçmişinin karanlığını silip onun için bir umut olabilecek mi? Roya, yıllardır sırtında taşıdığı acıların arasından sıyrılıp kendisi için yeniden düş kurabilecek mi?Hak Cipta Dilindungi Undang-Undang