BİRİNCİ BÖLÜM

90 26 23
                                    

Yine gürültülü ve sıcak bir günü geride bırakıyordum.

Yatağımda Annemin "Oğlum gel yemek hazır," dediğini duyabiliyordum.

"Tamam, anne beş dakikaya geliyorum," dedim.

"Oğlum beş dakikaya yemek soğur hemen gel," dediğini duydum tekrar.

"Tamam, anne, hemen geliyorum." zaten okuyup bitiremedim şu kitabı diye söylendim. Beş gündür aynı kitabı okuyordum, buda beni sinirlendiriyordu. Yatağımdan kalkıp odanın loş ışığında pencereye doğru yürüdüm, pencereyi açıp gecenin serin havasını içime olabildiğince doldurdum ve biraz bekleyip olabildiğince yavaş bir şekilde bıraktım. Gündüz sıcaklığını düşününce bu serin hava iyi hissettirmişti. Camı açık bırakıp odanın loş ışığında kapıya doğru yavaşça ilerlemeye başladım. Elim tam kapı kolunu tutacak iken her şey bir anda kararı verdi.

"Anne! yine elektrikler gitti," diye bağırdım.

"Oğlum gittiğini göre biliyorum. Sen gel ben feneri yakıyorum," dedi.

"Tamam, geliyorum," dedim ben de. Kapıyı açıp, duvarlara tutunarak ilerledim. Aslında buna alışıktım, bir günde iki, üç kez elektrikler gide biliyordu. Ama bu ara sıra olurdu, daha çok sular kesilirdi burada, o yüzden sular geldiği gibi başlardım kovalara, su bidon larına su doldurmaya. Pakistanın yüz seksen iki milyonluk nüfusu su kaynaklarını olumsuz etkiliyor, ama buradaki yaygın bir görüşe göre su sorunları 1960ta önemli akar suların Hindistanın kontrolüne geçmesiyle başlamış.

Mutfaktaki ışığı takip edip mutfağa ulaştım. Mutfağımız iki odalı bir eve göre biraz büyüktü, o yüzden Annem üç sene önce özellikle bu evi seçmişti. Bu evi seçmesinin bir diğer sebebi de okuluma yakın olmasıydı. Yaşadığımız yer, şehir merkezinden biraz uzaktı. Hatta halkın ağzında buralar lükstü ama buradaki insanların lüks anlayış şekli biraz farklıydı. Bu bölgedeki evlerin biraz iyi olduğu söylene bilirdi ama yirmi milyonluk nüfusuyla karachi şehrinin ciddi bir şekilde temizlik konusunda yardıma ihtiyacı vardı.

Buraya geldiğimizde, buranın ticaret şehri olması halinde bile neden gelişmediği sorusunun aklımdan geçmesine engel olamamıştım. Hatta Buraya gelme planı, gelecekteki planlarım listesinde hiç geçmiyordu. Beş sene önce Her şey bir anda gelişmişti.

Mutfağın köşesinde iki sandalyeyle yemek masası duruyordu. Masaya doğru ilerlerken yemekten çıkan sıcak buhar göze çarpıyordu. Elimi yıkadıktan sonra Oturup sessizce yemeğimi yemeye başladım.

"Ne o, hiç heyecanlı görünmüyorsun. Ben mezundan önce, heyecandan yerimde duramıyordum. Sen nasıl bu kadar sakinsin anlamıyorum."

"Yok, anne, sakin değilim, heyecanlıyım biraz ama düşünüyorum da mezun olduktan sonra ne yapacağım. Hiç gerçek bir hayalim olmadı. Sadece para var diye sevmediğim bir işte çalışacağım. Sonra bir bakmışım hayatım bir oyun gibi sona ermiş. Hayattan, hiçbir işe yaramadan gitmiş olacağım ve buda beni üzüyor o kadar," dedim sesimdeki gizleyemediğim hüzünle.

"Üzülme oğlum Bak aslında her şey benim suçum, sana hem annelik hem babalık yapamadım. Sana her şeyi öğretemedim. Üzgünüm oğlum. Ama bak bundan sonra her şey güzel olacak," dediğinde annem, içimden "bundan sonrası mı varmış, olsa da kendi hayatım olmaz," diye düşündüm.

"Anne! Lütfen, öyle deme. Senin hiçbir suçun yok, hatta sen beni bir hayalin olsun oğlum, diye hep uyardın. Ama ben seni dinledim mi? hayır. Ama artık dediğin gibi bundan sonra her şey güzel olacak anne."

Aynen ejderim. Hem bu hayat dedikleri oyunu ne kadar oynadığın önemli değil ki Bu oyunu nasıl oynadığın, yönettiğin önemlidir," Diyerek bana gülümsedi.

Annemin sözlerini hayranlıkla dinleyerek ben de ona gülümsedim.

Babam, ben beş yaşındayken trafik kazasında ölmüştü. Küçükken ölümün tam olarak ne demek olduğunu anlamadığımdan, geri gelir düşüncesiyle pek aldırış etmemiştim ama annem bana ne kadar iyi bakmaya çalışsa da zamanla babamın yokluk hissi büyümüştü içimde. En sonunda geri gelemeyeceğini anladığımda da beklemenin de bir anlamı olmadığını anlamıştım. Onu en son beş yaşında gördüğüm için onun hakkında hiçbir şey hatırlamıyordum. Anneme, babam hakkında bir şey sorduğumda da hemen konuyu değiştirirdi. Neden değiştirirdi ki? Babam kimdi ki? Ama bu soruların cevaplarını hiç bulamadım.

"Oğlum?"

Annemin sesi geldiğinde, yemeğe bakarak dalıp gittiğimi fark ettim.

"Efendim?"

"Oğlum onu yemek için pişirdim, öyle bakıp oturman için değil." Biraz gülümseyip "Hadi hızlıca yemeğini yede odana gidip yarın için hazırlıklarını yap," dedi.

"Tamam anne."

Yirmi üç yaşındaydım. Yarın üniversite mezunu oluyordum ve buna üzülsem mi sevinsem mi bilemiyordum. Öğrencilik hayatım fena değildi aslında ama eczacılık fakültesini istemediğim halde okumuştum. Artık bunu kabullenip iş hayatıma odaklanmalıydım. Anneme bir ev veya başka ne isterse onu almak istiyordum, zaten İstanbuldan apar topar yaşadığımız bu sefil hayata doğru koşturup geldiğimiz için çoğu şey biz istemeden de olsa elimizden kayıp gitmişti, ama her şeyin gitmesine haklı bir sebep bulmam moralimi düz tutuyordu.

Yemeğimi yedikten sonra "Anne eline sağlık, büryani (bir Hint yemeği) çok güzel olmuş," Dedim. Annemin bu yemeği öğrenmesi bir yılını almıştı. Bu yemeği dışarıdan yiyince koydukları acıya dayanamayıp yiyemiyordum, zaten annemin bu yemeği yapmasının tek farkı acı koymamasıydı. Buradaki millet Hintliler gibi her şeyde baharat kullanırlardı.

Sandalyemden ayağa kalkıp, çıplak zeminde lavaboya doğru yürüyüp lavaboda ellerimi ve bulaşıkları yıkadıktan sonra odama doğru yöneldim. Giderken, anneme dönüp "Sen de yat artık anne, saat geç oldu," dedim.

"Tamam, oğlum, süt kaynasın giderim."

"Tamam, iyi geceler..."

"İyi geceler ejderim."

Odama gidip kapıyı açtım. Odamdaki Küçük bir park ve üç dört katlı binalara açılan Pencereye doğru giderken, annem bir şey derse duya bilim diye kapıyı biraz araladım. Odam, bir çalışma masası, tek kişilik bir yatak ve kıyafet dolabından oluşan normal bir odaydı.

Cama doğru giderken sivrisinekler dışında gecenin sessizliğinin tadını çıkardım. Cama yaslanıp, önümüzde bulunan küçük parktaki bankta yatan çocuğu izlemeye başladım. Hava çok soğuk değildi ama dışarıda yatıla bilir mi emin değildim. İki günde bir sadece gecenin bu Saatlerinde görürdüm bu çocuğu. On sekiz, on dokuz yaşlarında, kısa siyah saçı, altında çok az yıpranmış siyah bir kot pantolon, üstünde de siyah, temiz bir ceketi vardı. Onu her gördüğümde, nasıl bu kadar temiz kalabildiğini merak ediyordum. Ama hiçbir zaman, kalkıp dışarı çıktığımda yerinde olmadığı için konuşma fırsatı bulamamıştım.

Onu izlerken, biraz hareket ettiğini görünce bana baktığını fark ettim. Camı kapatıp hemen geri çekildim. Neden öyle yaptığımı bende anlamadım. Beni görmesini istemiyordum belki de.

Yatağıma Uzanıp kitabımı elime aldım ve okumaya başladım. Çok geçmeden kitap elimde ve yarın olacaklardan Habersiz, uykuya daldım.

...

Çoğu kitap gibi başı biraz sıkıcı olabilir.
Düşüncelerinizi yorumlarda belirtmeyi unutmayın.💜

SON YILDIZHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin